6 Mayıs 2014 Salı

555K OLAYI VE TARİHİN UTANCI: "27 MAYIS'IN KARANLIK VE KİRLİ YÜZÜ"

555K OLAYI 
(5. ayın 5’i, saat 5’de Kızılay’da buluşalım; 05 Mayıs 1960)
5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara, Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemi. Adını 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. 
28 ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda iki öğrencinin hayatını kaybetmesi ülkedeki ortamı iyice germişti.DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu.
Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in “Ne istiyorsunuz” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz” demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?”
21 Mayıs'ta bu kez Ankara'daki Harp Okulu öğrencileri iktidarı protesto için bir gösteri yürüyüşü düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı. Gerginlik doruktaydı. Bu arada Başbakan Menderes, bir açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu'nu başlangıçta üç ay olarak öngörülen çalışmalarını tamamladığını, raporun yakında Meclis'e sunulacağını kamuoyuna duyurdu.
Yürüyüşten kısa süre sonra, 27 Mayıs 1960 tarihinde cumhuriyet tarihinin ilk askeri müdahalesi gerçekleşti.
***
555K NEDİR?
Önerge Darbeyi Getirdi
1959 yılı iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler açısından son derece gergin geçmişti. Bu gerginlik 1960'a girildiğinde bir türlü yumuşamak bilmediği gibi daha da sertleşmeye yüz tuttu. 7 Nisan'da DP Meclis Grubu bir bildiri yayımladı.
Bildiride CHP'nin ülkedeki bütün yıkıcı grupları çevresinde topladığı, halkı orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığı öne sürüldü. Bu bildirinin ardından DP Meclis Grubu TBMM Başkanlığı'na muhalefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge verdi.
Önerge 18 Nisan'da Meclis'te büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat Komisyonu oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturacaktı.
Öğrenci Olayları Tırmandı
Muhalefet ve basını soruşturmak için Tahkikat Komisyonu kurulması ülkede geniş yankı yaptı. Komisyon görevine başlar başlamaz, Ankara ve İstanbul'da öğrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26 Nisan'da İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri baskıları protesto ederken, 28 Nisan'da da öğrenciler merkez binada bir toplantı düzenlediler. Güvenlik güçlerinin toplantıya müdahale etmesiyle olay çıktı.
Üniversite içinde başlayan çatışma Beyazıt Meydanı'na taştı. Buradaki çatışmada Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz aldığı bir kurşun yarasıyla hayatını kaybetti. Olaylar nedeniyle Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi ve gece sokağa çıkma yasağı kondu, ancak öğrencilerin gösterileri durmadı.
Parola Ters Tepti
30 Nisan'da İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen protesto gösterileri sırasında Nedim Özpolat adlı bir başka öğrenci hayatını kaybetti. 28-29 Nisan gösterilerinden sonra bu kez DP yönetimi, 5 Mayıs günü saat 5'te , Ankara'da Kızılay Meydanı'nda bir gösteri düzenlemeye karar verdi.
Buna göre iktidar partisine mensup gençler, Kızılay Meydanı'nda, Meclis'ten çıkıp Çankaya 'ya gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes'i alkışlayıp destekleyeceklerdi.
Ama iktidara karşı olan gençler de plandan haberdar oldular ve 555K (5'inci ayın 5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda) parolasını geniş bir öğrenci kitlesine duyurdular. 5 Mayıs günü iktidara karşı olan gençler, Kızılay'a akın ederken, iktidarı destekleme amacıyla Kızılay'a gelen DP yanlısı gençler azınlıkta kaldı.
Saat 6 civarında meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük protestolarla karşılaştı. Hatta bazı göstericiler Menderes'i tartakladılar. Menderes bir gazetecinin arabasına binerek meydandan güçlükle uzaklaştırıldı.
Harp Okulu'ndan İlk İşaret
Ordu içinde de on yıllık DP iktidarına karşı alttan alta başlayan hareket, protesto gösterileri sırasında kendini açıkca belli etmeye başlamıştı. Özellikle 29 Nisan'daki gösteriler sırasındaki öğrenci-ordu dayanışması dikkat çekiciydi.
Ankara'daki 5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup göndermiş ve ülkenin içinde bulunduğu bunalımdan çıkış için bazı önerilerde bulunmuştu.
21 Mayıs'ta bu kez Ankara'daki Harp Okulu öğrencileri iktidarı protesto için bir gösteri yürüyüşü düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı. Gerginlik doruktaydı. Bu arada Başbakan Menderes, bir açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu'nu başlangıçta üç ay olarak öngörülen çalışmalarını tamamladığını, raporun yakında Meclis'e sunulacağını kamuoyuna duyurdu.
Ancak bu açıklama darbecileri daha önce almış oldukları yönetime el koyma kararından vazgeçirmedi. Geniş bir kesim de ordunun yönetime el koymasını sabırsızlıkla bekliyordu.
Ve Asker Yönetime El Koydu
Menderes'in Tahkikat Komisyonu'nun CHP hakkında verilen önerge hakkındaki çalışmalarını tamamladığını açıklamasından iki gün sonra 27 Mayıs 1960'da başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel'in yaptığı ve Milli Birlik Komitesi adı altında toplanan bir subay grubu, emirleri altındaki askeri birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul'daki bazı önemli yerleri ele geçirdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime doğrudan el koyduğunu açıkladı…
27 Mayıs sabahı, Silahlı Kuvvetler adına radyodan yayınlanan bildiride, "Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır" deniyordu.
Menderes İdam Edildi
Toplam 202 oturum yapılırken, binin üzerinde tanık dinlendi. DP'nin önde gelenlerinden 31 sanık ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, 418 sanığa altı ayla 20 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezaları verildi. 123 sanık beraat etti. Beş sanık hakkında dava düştü.
16 ay boyunca Yassıada'da kalan Adnan Menderes, hakkında açılan 6 davadan birinde beraat ederken, diğerlerinden mahkum edildi. Yüksek Adalet Divanı Menderes'in de bulunduğu 15 kişiyi idama mahkum etti.
MBK bunlardan sadece Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun kararlarını onayladı. 65 yaşını geçmiş olan Bayar ile oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırılan öteki 11 sanığın cezaları ömür boyu hapis cezasına dönüştürüldü.
Polatkan ve Zorlu'nun cezası 16 Eylül'de, Menderes'in cezası ise kararın açıklanmasından bir gün önce intihar girişiminde bulunduğu için tedavisi tamamlandıktan sonra 17 Eylül'de infaz edildi.
38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi üyelerinin 5'i general, 8'i albay, 7'si yarbay, 10'u binbaşı ve 8'i yüzbaşı idi. Komite, izleyen günlerde Türkiye'nin siyasi yaşamına egemen oldu ve 25 Ekim 1961'e kadar görevini sürdürdü.
***
Tarih tekerrür eder mi?
TAHA KIVANÇ (YENİ ŞAFAK)
"Türban yasağının medyadaki savunucuları hafta sonu karşıt eyleminin '222A' adıyla yapıldığını duyunca ayılacaklar mı acaba?"
Zihnime takılan bu soruya dün gazete sayfalarında cevap aradım. Bir-iki zaten demokrat yazar dışında, bugüne kadar kendisini 'demokrat' olarak tanıyalım diye yapmadığı numara kalmamışlar arasından 'ironi'ye dikkat çeken ve "Benden bu kadar" diyen tek kişiye rastlamadım. Demek ki, '222A' arkasından da benzer bir 'olay' gelse gıkları çıkmayacak...
Bizde 'tarihin tekerrür ettiğine' dair inanç tamdır. Rahmetli Mehmet Akif, "Hiç ibret alınsa tekerrür mü ederdi" diye sormuş ya, biz de kabulün gerçekliğine bir kez inanmışız. Bu sebeple de 'gez-göz-arpacık' gibi 'determinist' bir yaklaşıma sahibiz: 'Gerici bir ayaklanma' olarak yansıtılabilecek herhangi bir girişim, ardından karşıt kitle eylemleri ve sonunda da o meşum olay, darbe!
31 Mart vakası 'gerici ayaklanma' idi, ardından Hareket Ordusu İstanbul'a girdi ve iktidar el değiştirdi. Demokrat Parti'nin 'Tahkikat Komisyonu' kurması bir 'gerici girişim' sayıldı; ardından 28 ve 30 Nisan karşı kitle hareketleri ve '555K' olayı geldi, sonra da 27 Mayıs oldu... Dizin 28 Şubat'a kadar uzatılabilir: Televizyonlardaki görüntüleri 'gerçek' sayıp 'bir dakika aydınlık' eylemleri yaptılar, 28 Şubat gerçekleşti...
Şimdi de aynı dizinin tekerrür etmesi bekleniyor. 27 Mayıs'ın '555K' eyleminin benzeri olarak sahneye konulan karşı kitle eylemi sonrası için geri sayıma başlayanlar herhalde vardır. '555K' eyleminden 22 gün sonra askerler yönetime el koymuştu 1960'ta.
'555K' eylemi nedir mi?
İlkokul sonrası başlayıp üniversite bitene kadar 'Devrim Tarihi' dersi okutulan Türkiye'de 27 Mayıs öncesinin en önemli olaylarından birini bilmeyenler çıkması tuhaftır, ama yine de normal karşılamamız lâzım. Bazı noktaları zihinlere sokmak için her yıl tekrarlatanlar, bazılarını da unutulmaya terk ediyorlar. '555K' unutulmaya terk edilenlerden...
İnternet ansiklopedisi Wikipedia '555K' olayını şöyle anlatıyor: "555K, 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5'te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem Cumhuriyet tarihinin ilk 'sivil itaatsizlik' eylemi olarak da anılır. 28 ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda iki öğrencinin hayatını kaybetmesi ülkedeki ortamı iyice germişti. DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in 'Ne istiyorsunuz?' sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp 'Hürriyet istiyoruz!' demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: 'Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?' 555K eyleminden 3 hafta sonra 27 Mayıs İhtilali gerçekleşti."
Olayın pek çok görgü tanığı var, bazısı gördüğünü kitaplaştırdı da. Olayın üç aşağı beş yukarı Wiki tarafından aktarıldığı biçimde geçtiği söylenebilir. Menderes göstericiler içerisine girer. Kendinden emindir. Ancak orada toplananlar da ne yaptıklarını ve niçin yaptıklarını bilmektedirler. Karşılıklı restleşmeler yaşanır ve bir delikanlı başbakanın yakasına yapışır.
O delikanlının kim olduğu tartışmalıdır işte. Çoğu kişi "Deniz Baykal'dı" derken, başka isimler veren de çıkmıştır. Doğru veya yanlış, o olaydaki rolü Deniz Baykal'ı bugüne kadar izlemektedir.
50 yıl önce olan bir olaya ismi karışan birinin isminin bugün de pek farklı olmayan bir olayda anılmasındadır gariplik... '555K' eylemi ile '222A' eylemi arasında derhal kurulması beklenen süreklilik görüntüsünü sağlayan nedir sizce? Rakam ve harften oluşan bir şifre mi, yoksa Deniz Baykal ismi mi?
Bizde sürekliliği sağlayan başka benzerlikler de bulunabilir.
27 Mayıs öncesinde Türk basınında yeni filizlenmeye başlayan bazı isimler bugün ağır yazar konumundalar. Çoğu 80'li yaşlarını sürdürüyor, bazısı 80'ine merdiven dayamış durumda... Onların 27 Mayıs öncesi yazdıklarıyla bugün hâlâ korudukları sütunlarında yazdıkları arasında da müthiş benzerlikler bulunuyor. Kimleri kast ettiğimi herhalde anlamışsınızdır; okuyun yazdıklarını, gözlerinizi kapatıp 27 Mayıs öncesine zihinsel bir yolculuğa çıkın; evet, o zaman da benzer şeyler yazmışlardı...
Tarihi tekerrürden ibaret sayıyor bazıları. Evet, yakın zamana kadar öyleydi, tekerrür ederdi. 'Zamanın ruhu' ve 'egemen siyasi akıl' eskisinden değişik bugün. İnşallah avuçlarını yalayacaklar...
***
Yakın tarihimizin utanç veren olayları: 
27 Mayıs Darbesi, 1960
Ali Necati Doğan
Utanmasını bilmeyen bir millet, hata yapmaya mahkûmdur...
27 Mayıs Darbesi, 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri darbe olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi, 27 Mayıs İhtilâli ya da 27 Mayıs Devrimi olarak da anılır. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koymuş ve yönetimi kısa bir süreliğine sürdürerek önemli revizyonlara imza atmışlardır. Darbeye doğru ilerleyen süreçte ülkenin içine sokulduğu karanlık duruma rağmen hiçbir darbe çözüm olarak düşünülemez. Dönemin tarihsel seyri dikkate alındığında bu olumsuz akışı kabullenebilmek tabiî ki mümkün değildir lakin yapılması gerekenin darbe olmadığı tartışılmaz bir gerçektir. Bu darbe neticesinde 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa ve Kore gazisi Tahsin Yazıcı da tutuklananlar arasındaydı.
Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı, Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı; nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı. Bu özelliğine rağmen kalıcı olabilmesi ve önemli değişikliklere imza atabilmesi son derece ilginç bir durum oluşturmuştur.
27 Mayıs Askeri Darbesinin nedenlerine gelecek olursak; 1950'li yılların sonlarına doğru ordunun DP iktidarından memnun olmadığını duyan Adnan Menderes'in çevresine "Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim" dediği iddia edilerek ordu mensupları tahrik ediliyor olması gibi birçok neden sayılabilir. Lakin bu neden zaten ülkede yaşanılan baskı ve dikta yönetime dair oluşan tepkinin birikmesinin yanında zaten tüm anlamı ile rahatsız olan ordunun hareket almasında ki küçük bir etkidir. Yassıada Yargılamaları sırasında Refik Koraltan'ın avukatlığını yapan Hüsamettin Cindoruk, Mahkeme başsavcısının Menderes'e bu konuyu sorması üzerine Menderes'in “Efendim ben devleti idare ettim, yedek subaylık yaptım, kendi gücümü biliyorum. Bu ordu yedek subaylarla nasıl idare edilir. Bunu kim uydurmuş?” dediğini belirtmiştir. Kendisinin bu lafı söyleyip söylemediği kesin olarak bilinmemekle birlikte darbeyi hazırlayanların bu sözleri propaganda amacıyla kullandığı yönünde söylentilerde mevcuttur. Bu sözler 27 Mayıs'tan sonra da darbeyi meşrulaştırmak için kullanılmış mıdır bilinmez ama gerçekleşen bu darbeye dair ülkemizde hala net bir görüş yoktur. Bir kesim tarafından kahraman olarak anılan Demokrat Parti yönetimi, diğer bir kesim tarafından vatan haini olarak atfedilmektedir. Bu durumda darbeye dair birçok tartışmayı beraberinde getirmektedir.
Darbenin nedeninin Menderes hükümetinin uygulamaları ve çıkardığı yasalar olduğu, cunta yönetimi tarafından ileri sürülmüş, MBK; darbeyi, kardeş kavgasına son vermek ve bütün askeri darbelerde ileri sürüldüğü gibi laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yaptığını belirtmiştir. Ayrıca kimi subaylar ve ülkenin önemli bir kesimi DP iktidarının Kemalist ve laik rejimi tehdit ettiğini düşünmekteydi. Bunların dışında, darbenin iktidarı geleneksel elit iktidar gruplarına (ordu ile siyasî bürokrasiye) vermek amacıyla yapıldığını öne süren kaynaklar da mevcuttur. Ayrıca başlangıç aşamasında sayılabilecek bir ekonomik kriz havasının da darbenin etkenlerinden olduğu belirtilmektedir.
Darbe öncesi döneme bakacak olursak DP anayasa ihlalleriyle suçlamaktadır. Adnan Menderes'in üniversite çevrelerine "kara cübbeliler" olarak hitap ettiği ve bunun yayınlanmaması için basına yasak koyduğu iddia edilir. Ayrıca diğer tüm olgularda olduğu gibi basın üzerinde yapılan yasaklama ve baskılarda zirveye ulaşmış, yandaş basın desteklenirken muhalif basın her türlü gayrı meşru yöntemle sindirilmiştir. Üniversite çevreleri ve bazı aydınlar ise ne yazık ki bukalemun misali iktidara yakın durmak maksadı ile tüm bu baskı ve dikta yönetim anlayışına destek verirler. İhtilalden bir ay önce İstanbul Üniversitesi'nde DP karşıtı bir eylem zorlukla bastırılır. Eylemi bastırmakla görevli askerlerin tutumu ordunun da DP'ye cephe aldığını göstermektedir. Bu olaya şahit olan Ali Fuat Başgil o an, gördüklerini şu şekilde değerlendirir; “Tamam dedim. Bu hareket orduya da sirayet ettiğine göre, artık Menderes Hükümeti gitmiştir.”
Tırmanan olaylardan ve huzursuz ortamdan muhalefet partisi CHP'yi sorumlu tutan Demokrat Parti'nin, 2 Ağustos 1958 tarihli bir Meclis grubu bildirisi şu şekildeydi:"CHP idarecileri, Meclis ve hükümetin meşruiyet ve istikrarını, şiddet yolu ile tahrip etmenin mümkün, hatta lazım olduğu kanaatini uyandırmaya müncer olacak, çok tehlikeli bir yola girmişlerdir"
Ayrıca dış politikada Menderes, iktidarının son yıllarında artık Marshall Planı kapsamında Amerika'dan daha fazla kredi alamadığını görülmüş ve Seydişehir Aluminyum ve İskenderun Demir-Çelik ve diğer sanayi projelerini kredilendirmek için Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlamıştır. Bu amaçla Sovyetler Birliği'ne üst düzey ziyaretler yapılıp, ülkedeki sanayinin gelişmesi için Sovyetlerle yatırım antlaşmaları imzalanma hazırlığı yapılmaktaydı. Nitekim, Demokrat Parti'nin devamı olan ve "Demokrat Partisinin C Takımı", "Hışımlılar" ve "Müfritler" adıyla anılan Adalet Partisi, darbeden yıllar sonra yapılan seçimlerde 1965 yılında tek başına iktidara geldiğinde, Adnan Menderes döneminde projesi yapılıp da kredi yokluğundan gerçekleştirilemeyen bu projeleri Sovyetler Birliği'nden alınan proje kredileriyle bitirmiştir. Bu duruma göre ihtilalin arkasında başta ABD olmak üzere Batılı devletler ve CIA’nin varlığı iddialarını ortaya atmıştır. Lakin Demokrat Parti döneminin tamamına bakılınca Türkiye’nin son derece şiddetli olarak ABD’ye yaklaştığı, ekonomik olarak tüm bağlantılarını ABD’ye bağladığı görülmektedir. Bugün ki ekonomik esaretin ilk halkaları Ogünlerde atılmış ve bu durum ülkenin aydın ve ilerici kesimleri tarafından son derece sert bir şekilde eleştirilmiştir.
Ülkeyi darbeye sürükleyen süreçte 27 Ekim 1957 seçimlerinin oldukça sert bir hava içerisinde yapılması da son derece etkili olmuştur. DP seçimler öncesinde yasal düzenlemeler yaparak, muhalefetin bütünleşerek seçimlere bir cephe halinde girmesini engellemiş seçimlerin sonucuna daha seçim olmadan müdahale etmiştir. Demokrasinin baskılarla sekteye uğratılması iddialara göre CHP'li seçmenlerin kütüklere yazılmaması ve bazı yerlerde sandıklarda seçim sonuçlarının bile değiştirilmesi ile devam ediyor. Seçim sonrasında Kayseri, Giresun, Çanakkale ve Samsun'da gösteriler yapılmış ve kavgalar yaşanmıştır. Gaziantep'te ise radyo ve gazeteler önce CHP'nin zaferini ilan etmiş fakat daha sonra "köyden gelen oylar" ile seçim sonucunu DP'nin zaferi olarak değiştirilmiştir. CHP'nin itirazı üzerine oy pusulaları Gaziantep Adliyesi binasına getirilmiş ancak Gaziantep Adliyesi oy pusulalarıyla birlikte yanmıştır. İsmet İnönü, bu usulsüzlükleri "Kütük Marifetleri" ve İçişleri Bakanı Namık Gedik'i de "Kütük Bakanı" olarak adlandırmıştır. DP hükûmeti bu "Antep hadisesi" haberlerinin yayınlanması daha öncesinde yasaklanan birçok yayın gibi yasaklamıştır. DP iktidar gücünü her daim iktidarın ve baskının devamını sağlamak için illegal bir şekilde kullanmıştır.
Seçim sonucunda ise DP oyların %47, 88'ini alarak yürürlükteki çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi sayesinde 424 milletvekili çıkarmıştır. İsmet İnönü'nün başında bulunduğu CHP ise her türlü hile iddiasına rağmen %41, 09 oyla 178 milletvekilliği kazanmıştır. Seçim öncesi değiştirilen seçim sistemi ve seçim sürecinde yapılan illegal hareketler neticesinde temsili demokrasi işlevsiz bırakılmıştır. Seçimin diğer katılanları olan Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi ise dörder milletvekilliği kazanmışlardır. Muhalefetin toplam oy miktarı DP'yi geride bırakıyordu. Demokrat Parti, matematiksel olarak muhalefet partilerinin oyları karşısında azınlığın iktidarı konumundaydı. Seçimlerden sonra, siyasal ortamdaki gerginlik artarak devam etti. CHP yurt çapında destek görmeye başlamıştı. Bir önceki seçimde %35 olan oy oranını % 41'e yükseltmesi bunun göstergesiydi. Oysa DP 1954'te % 57 olan oy oranını % 47'ye düşürmüştü.
Darbeye götüren süreçte yaşanılan bir diğer olay ise Gizli komiteler ve Dokuz subay olayıdır. 1954'te İstanbul'da Dündür Seyhan ve Orhan Kabibay'ın kurduğu komiteye Faruk Güventürk, Ahmet Yıldız, Suphi Görsoytrak, Orhan Erkanlı ve Necati Ünsalan gibi genç subaylar katılmışlardır. Ankara'da ise Talat Aydemir, Millî Müdafaa Vekili Ethem Menders'in yaveri Adnan Çelikoğlu, Sezai Okan, Osman Köksal ve yandaşları ayrı bir komite kurmuşlardır. 1957'de de İstanbul ve Ankara'daki iki komite birleşmiştir.
Birleşik komite 27 Ekim 1957'de öngörülen seçimlerinde DP'nin kaybedeceğini varsayarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde zırhlı birlikler ile şeref tribünündeki DP'lileri tutuklayarak yönetime el koymayı planladı. Fakat seçimde DP kazandığı için darbe Şubat 1958'e ertelenmişti.
Bu arada 16 Ocak 1958'de komite üyesi Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu'nun ihbarı üzerine emekli Kurmay Albay Cemal Yıldırım, Kurmay Albay Naci Aşkun, Kurmay Albay İlhami Barut, Topçu Yarbay Faruk Güventürk, Piyade Binbaşı Ata Tan, Piyade Binbaşı Ahmet Dalkılıç, Piyade Yüzbaşı Kazım Özfırat, Piyade Yüzbaşı Hasan Sabuncu ve Kuşçu'nun kendisi başta olmak üzere 9 subay tutuklanmıştır. Yargılamalar sonucunda 8 subay beraat etmiş ve Kuşçu "iftira" suçundan mahkûm olmuş ve yapılan planlar rafa kaldırılmak zorunda kalınmıştır.
Tüm bu gelişmeleri takiben CHP'nin 1959 yılındaki XIV. kurultayında, ülkenin acilen ihtiyaç duyduğu bazı değişiklikler için çaba gösterilmesi kararlaştırıldı. "İlk Hedefler Beyannamesi" adıyla hazırlanan bildirinin, 1961 Anayasası'nın temelini oluşturduğu ileri sürülür. Bildiri metnindeki başlıklar şu şekildeydi:1. Eşit Muamele, 2. II. Meclis, 3. Anayasa Mahkemesi, 4. Nisbi Temsil Usulü, 5. Yüksek Hakimler Şurası'nın kurulması, 6. Memurlar Kanunu'nun düzenlenmesi, 7. Baskıdan uzak tutulan bir basın rejiminin kurulması, 8. Üniversite muhtariyeti, 9. Sosyal Güven ve Sosyal Adalet esaslarının teminat altına alınması, 10. Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması
Ülkede tüm bu gelişmeler ve sancılar yaşanırken 17 Şubat 1959'da Menderes'in başkanlığında Londra'daki Kıbrıs görüşmelerine gelen Türk delegasyonunu taşıyan uçak Londra yakınlarında bir ormana düşer. Bu uçak kazasından Menderes'in yara almadan kurtulması iktidar ve muhalefet arasında bir yumuşamaya yol açsa da bu durum fazla sürmez. 1959'un Nisan ayında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Batı Anadolu illerini kapsayan bir geziye çıkar ve CHP'liler geziye "Büyük Taarruz" adını takarlar.
29 Nisan'da İnönü Trikupis'i esir aldığı Uşak'ı "Büyük Taarruz"un ilk durağı olarak seçmiş ancak oraya ulaştığında taşlı saldırıya uğrayıp, başından yaralanmıştır. İçişleri Bakanının emriyle İnönü'nün gezisini engelleyen Uşak valisi İlhan Engin'e muhalif basın 'İktidarın "Uşak" Valisi' demeye başlamıştır. Tabiî ki bu söylem basına birçok yasaklama ve engelleme olarak geri dönecektir.
Ayrıca İnönü, Manisa ve İzmir'den sonra 4 Mayıs'ta İstanbul'a gelmiş ve Yeşilköy Havalimanı'ndan şehir merkezine giderken Topkapı'da önce trafik müdürü tarafından durdurulmuş ve sonra halkın saldırısına uğramıştır. Polisler ve askerler müdahale etmemişlerdir. Ancak o sırada Binbaşı Kenan Bayraktar'ın emriyle askerler müdahale etmiş ve İnönü kurtarılmıştır. Tüm olayların spontane bir gelişmemi yoksa iktidar tarafından yapılan bir planın bir parçası mı olduğu taraflar tarafından hala tartışılmaktadır.
O yıllarda birçok ilde CHP-DP arasında olaylar patlak vermiştir. 1960 başlarında basında sansür artmıştı, gazeteler sansür nedeni ile beyaz sayfalarla çıkıyordu. Cezaevleri tutuklu gazetecilerle doluydu. 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye gelen İsmet İnönü'nün treni, vali Ahmet Kınık'ın emriyle durduruldu. Kendisine İnönü'nün Himmet Dede Demiryolu İstasyonu'nda trenin durdurulması ve yolunun kesilmesi için emir verilmiş Binbaşı Selahattin Çetiner, "Sizin yolunuzu kesmek ve sizin Kayseri'ye gitmenize engel olmaktansa intiharı tercih ederim" sözlerini söylemiştir. Olaydan sonra emekli edilmiş; ancak Danıştay Kararı ile göreve iade edilmiş, daha sonra orduda Generalliğe kadar yükselmiş, 12 Eylül Darbesi sonrası kurulan hükümette İçişleri Bakanlığı yapmıştır. Zorlukla yoluna devam eden İsmet İnönü'yü Kayseri'de 50 bin kişi karşılamıştır. Seçim öncesi meydana gelen bu olaydan dönemin Ulaştırma Bakanı sorumlu tutulmuş ve 27 Mayıs Darbesi'nden sonra hazırlanan 1961 Anayasası'na Millet Meclisi genel seçimlerinden önce Ulaştırma, İçişleri ve Adalet Bakanları çekilir(m. 109) maddesinin eklenmesinin sebebi olarak da bu olay gösterilmiştir.
Nisan 1960'ta TBMM'de gazete ve dergilerin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" faaliyetlerini inceleyerek meclise bildirmek için Ahmet Hamdi Sancar başkanlığında kurulan Tahkikat Komisyonu meclis ile ilgili bütün neşriyatı yasaklayınca DP-CHP ilişkisi daha gerginleşmiştir. CHP'lilerin konuşmaları basına yansımadan elden ele dolaşmıştır. DP yönetimi bu konuşmalarını "İhtilal beyannameleri" olarak adlandırmıştır.
18 Nisan 1960 günü Mazlum Kayalar ve Baha Akşit'in CHP'nin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" faaliyetleri olduğu gerekçesiyle meclis araştırmasına açılması yolundaki önerge karşısında İnönü şöyle konuştu; “Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır. Bu tedbire teşebbüs eden baskı tertipçileri zannediyorlar ki: Türk Milletinin Kore Milleti kadar haysiyeti yoktur.”
CHP Genel Başkanı uyarılarını sürdürdü. 27 Nisan 1960 günkü TBMM toplantısında İnönü tekrar Tahkikat Komisyonu'nu hedef alınca Meclis, İnönü'ye oniki oturum toplantılara katılmama cezası verildi. Kararı protesto eden CHP milletvekilleri Meclisten polis zoru ile uzaklaştırıldı.
27 Nisan 1960'ta Tahkikat Encümenlerinin görev ve yetkileri hakkında kanun teklifi konuşmasını yapan İnönü'ye Afyon milletvekili Murat Ali Ülgen: "Kürsüden ihtilal beyannamesi okudun paşam" demiştir.
Bu ara iktidara karşı tepkiler artarken 28 Nisan'da İstanbul'da 29 Nisan'da Ankara'da çıkan öğrenci olayları şiddetle bastırılmış, bu şiddet insanların tepkilerine neden olmuştur. İstanbul'da çıkan olaylarda yaklaşık 40 öğrenci yaralanmış ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polisin kurşunuyla öldürülmüştür. Bundan dolayı "Kanlı Perşembe" olarak anılmıştır. DP yönetimi bu illerde sıkıyönetim ilan etti. Öğrenciler hep bir ağızdan Gazi Osman Paşa'nın kahramanlığı için yazılan Plevne Marşı'nın değiştirilmiş hâli olan Olur mu böyle olur mu şarkısını söylüyordu: Olur mu, böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı?
Bu olaylarda polisler "Kahrolsun diktatörler", "Hürriyet isteriz" sloganları atan öğrencileri dağıtmaya çalışmışlardır. Ancak "Türk ordusu çok yaşa" sloganı atan öğrenciler ile askerler arasında dayanışma yaşanmış ve askerler polislerin teslim ettikleri öğrencileri serbest bırakmışlardır.
Harp okulu öğrencileri bir yandan Atatürk Bulvarı'nda sessiz yürüyüş yapmış ve öte yandan 20 Mayıs'ta Türkiye'yi ziyaret edecek Hindistan Başbakanı Nehru'yu karşılamak için Esenboğa'dan şehir merkezine gitmek için aynı arabaya binecek olan Menderes'i Nehru'nun yanından kaçırmayı planlamıştır. Ancak yabancı misafir varken bu tür hareketlere girişmenin dış dünyaya karşı olumsuz etki yaratacağı kanaatine varılarak plan reddedilmiştir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken 3 Mayıs 1960'ta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel Milli Müdafaa Vekili Ethem Menderes'e bir mektup iletmiş ve Kara Kuvvetleri Kumandanlığı Karargâhına da veda mesajı göndermiştir. Gürsel'in veda mektubundan sonra liderini yitiren gizli örgüt, önce Genelkurmay İkinci başkanı Cevdet Sunay'a başvurmuş fakat olumlu yanıt alamayınca 1. Ordu ve sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek'e başvurmuş fakat ne olumlu ne de olumsuz yanıt alabilmiştir. Orhan Kabibay Kore'den tanıdığı "argo bir adam" olan Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanı Tümgeneral Cemal Madanoğlu'nu önermiş fakat Madanoğlu şu şekilde tereddütünü dile getirmiştir: ‘Ulan biliyorsun bende t……. var, kafa yok.’ Orhan Kabibay, düşünmek için 24 saat izin vermiş ve süre dolduğunda Madanoğlu şu yanıtı vermiştir: ‘Ulan, erkeklik öldü mü, örgütünüze girmeyi kabul ediyorum!’
Dönemin diğer büyük kitle olayı ise 555K diye anılan ve 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara, Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. 28 ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda öğrencilerin hayatını kaybetmesi ve Turan Emeksiz isimli öğrencinin ölmesi ülkedeki ortamı kutuplaşmaya sürükledi. DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreyya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in “Ne istiyorsunuz?” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz!” demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?” aktarılan bu anekdot farklı isimlerle özdeşik olarakta anlatılmaktadır. Bu olayın gerçekleşip gerçekleşmediği veya kimler arasında olduğu hala tartışılmaktadır.
Adnan Menderes, 28-29 Nisan ve 5 Mayıs olaylarından sonra üniversite hocalarını gençleri kışkırtmakla suçlamış ve onlardan "Kara Cübbeliler" olarak söz etmeye başlamıştır. Bu olay birçok kesimle sorun yaşayan Menderes’in akademik çevreye karşı olarakta artık sert bir tavır aldığının göstergesidir.
Millî Birlik Komitesi iktidarı
Alınan kararlar neticesinde Başkent Ankara'yı ele geçirmek için Tümgeneral Selahattin Kaplan komutasındaki 28. Tümen, Tuğgeneral Yusuf Demirdağ komutasındaki Zırhlı Eğitim Merkezi (Etimesgut), Süvari Yarbay Reşit Çölok komutasındaki 43. Süvari Alayı, Binbaşı Hakkı Bozkaya komutasındaki Tank Taburu (Harp Okulu arkası) gibi birliklerin ikna edilmesi ya da etkisizleştirilmesi gerekirdi.
23 Mayıs Pazartesi, harekât tarihi 25 Mayıs 1960 olarak kararlaştırılmış ve parolalar belirlenmiştir. Zamanında gerçekleşirse "Dündar Seyhan'ın oğlu sınıfını geçti.", ertelendiği takdirde "Dündar Seyhan'ın oğlu bütünlemeye kaldı." 27 Mayıs 1960 sabah saat 3.15'te piyade birlikleri ve süvari grubu, 3.30'da tanklar hareket etti. Saat 4.36'da Albay Alparslan Türkeş tarafından radyoda okunan ilk bildiri ile harekât bütün Türkiye ve dünyaya ilan edildi.
İlk olarak Tuğgeneral Yusuf Demirdağ evinden alınıp Harp Okulu'na getirilmiş ve nezarethaneye kapatılmıştır. Bundan sonra Refik Koraltan getirilmiştir. 2. Ordu komutanı Orgeneral Suat Kuyaş da enterne edilmiştir. Celal Bayar Çankaya Köşkunde Veteriner Tuğgeneral Burhanettin Uluç, Topçu Yarbay Abdullah Tardu, Kurmay Albay Sami Küçük tarafından gözaltına alınmıştır. Bu arada komite üyelerinden Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanı Kurmay Albay Osman Köksal da yanlışlıkla içeriye kapatılmıştır.
Adnan Menderes Eskişehir'den Konya'ya gitmek üzere Kütahya'ya geçtiğinde Keşif Tabur komutanı Agasi Şen ve Binbaşı Muhsin Batur tarafından gözaltına alınmış ve Ankara'ya getirilmiştir. Darbenin ilk günü, Bayar, Menderes, Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur ve diğer hükümet üyeleri Harp Okulunda, tutulmuşlardır.
Cemal Gürsel, İstanbul Yeşilköy Askerî Havaalanı'ndan kalkan C-47 ile İzmir Karşıyaka Bostanlı'daki evinden alınıp saat 11.30'da Ankara'ya Harp Tarih binasına gelmiş ve saat 16'da radyoda konuşma yapmıştır.
27 Mayıs 1960’tan, seçimlerin yapılarak normal yaşama geçildiği 15 Ekim 1961 yılına kadar geçen süre, askerin Milli Birlik Komitesi (MBK) eliyle cunta olarak iktidarda olduğu dönemdir. Bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal bütün hak ve yetkileri 38 subaydan kurulu MBK’nin eline geçmiştir. MBK ülkeyi yayımladığı tebliğlerle askeri cunta olarak idare etmiştir.
3 numaralı Tebliğ ile her türlü siyasi parti neşriyat ve faaliyetleri, gösteri yürüyüşleri ve her türlü toplantı yasaklanmıştır. MBK faaliyetlerinin aksamaması için telsiz ve telefon görüşmelerini kısıtlayan 4 ve 5 numaralı Tebliğlerden sonra, ordunun görevini açıklayan 6 numaralı Tebliğ yayımlanmıştır. 6 numaralı Tebliğin ilk fıkrasında, “Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır” demektedir.
Aynı şekilde 13 ve 32 numaralı Tebliğlerde bu darbenin yapılış gerekçeleri şöyle yer bulmuştur; “Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek için bu işe giriştik”. “Milli İnkılâp, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.”
27 Mayıs sabahı, Askerler; İstanbul Üniversitesi'nden Sıdık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Naci Şenşoy, Ragıp Sarıca, Tarık Zafer Tunaya, Hüseyin Nail Kubalı ve İşmet Giritli'yi askeri bir uçakla Ankara'ya getirmişlerdir. 28 Mayıs günü komisyona Ankara'da iştirak eden Muammer Aksoy, İlhan Arsel ve Bahri Savcı ile birlikte yeni bir anayasa taslağını hazırlamak için çalışmalara başlamışlardır. Başkanlığına getirilen Sıddık Sami Onar'ın adıyla "Onar Komisyonu" olarak anılmıştır.
Millî Birlik Komitesi, DP'liler hakkında daha sonradan büyük tartışmalara sebebiyet veren bazı haberler yaymaya başlamıştı. MBK, Demokrat Partililerin yurtdışına kaçarken yakalandığını ve beraberlerinde 12 uçak dolusu altın, mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandığını iddia etti. Komite ayrıca 28 Nisan - 27 Mayıs 1960 arasında yüzlerce gencin öldürüldükten sonra kamyonlarla mezarlıklara getirilip gizlice gömüldüğünü ve bir kısmının hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirildiğini öne sürmüş ve bu gençler"Hürriyet Şehitleri" olarak adlandırılmıştır. 2 Haziran 1960’ta İstanbul Üniversitesi rektörü Sıdık Sami Onar, Üniversitesi Yönetim Kurulu'nun memleketi hürriyete kavuşturmak için şehit düşenler adına anıt inşa etmeye karar verdiğini açıklamıştır. 3 Haziran'da “MBK Hürriyet Şehitlerimizin tesbiti işine Silahlı Kuvvetlerimizin idareyi aldığı andan itibaren ehemmiyetle devam edilmektedir” diyen bir tebliğ yayınlamıştır. Fakat gençlerin cesetleri hiç ortaya çıkmayınca, 9 Haziran'da Sıddık Sami Onar “Naaşları belki bulamayacağız ama ölülerimiz vardır.” diye konuşmuştur. 10 Haziran'da 28 Nisan olayının kurbanı Turan Emeksiz, tanktan düşerek ezilen İstanbul Lisesi öğrencisi Nedim Küçükpolat, 27 Mayıs'ta kaza kurşunuyla ölen Harp Okulu öğrencisi Teğmen Ali İhsan Kalmaz, Ersan Özey ve Sökmen Gültekin'in naaşları Anıtkabir'deki "Hürriyet Şehitliği"ne nakledilmiştir.
MBK üyelerinin kimlikleri 18 Haziran 1960'ta açıklanmıştır. Yurt dışında bulunan gizli komite mensupları Dündar Seyhan, Talat Aydemir, Sadi Koçaş komiteye girmemişlerdir.
Milli Birlik Komitesi üyeleri
GÜRSEL, Cemal Orgeneral M.B.K. Başkanı. ACUNER, Ekrem, Kurmay Albay İstanbulda doğmuştur. 1935 yılında Harp Okulunu bitirmiş. Genel Kurmay Başkanlığında Şube Müdürü iken, devrim hareketine katılmıştır.
AKSOYOĞLU, Refet, Kurmay Yarbay, Üsküdarda doğmuştur. Genekurmay Lojistik Başkanlığında vazifeli iken devrim hareketine Ankara’dan katılmıştır.
ATAKLI, Mucip, Kurmay Yarbay, Erzurumda doğmuştur. Devrim hareketine Eskişehirde katılmış ve eski Başbakan Menderesin tevkifinde önemli rol oynamıştır.
ÇELEBİ, Emanullah, Kurmay Yüz. başı, Yalova’da doğmuştur.Devrim hareketine fiilen katılmıştır.
ERSÜ, Vehbi, Kurmay Binbaşa Erzincan’da doğmuştur. Ankara nümayişleri sırasında Sıkıyönetim Komutanı Namık Argüçün "vur" emrini dinlememiştir. Devrim hareketine süvari grup komutanı olarak katılmıştır.
GÜRSOYTRAK, Suphi Kurmay Binbaşı Ankara’da doğmuştur. Kore’de bulunmuştur. Harp Akademisi öğretmeni iken devrim hareketine katılmıştır
KARAMAN Suphi, Kurmay Yarbay, Bayburt’ta doğmuştur, Genelkurmay Personel Dairesinde iken devrim hareketine katılmıştır.
KAPLAN, Kadri, Kurmay Binbaşı, İstanbul’da doğmuştur. Devrim hareketine Ankara’da katılmıştır
KARAVELİOĞLU, Kâmil, Kurmay Yüzbaşı, Akseki’de doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.
KOKSAL, Osman, Kurmay Albay, Selanik’te doğmuştur. Kore’de bulunmuş. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanı iken devrim hareketine katılmış ve eski Cumhurbaşkanı Bayar’ın yakalanmasında bulun muştur.
KUYTAK Fikret, Kurmay Albay, Ankara’da doğmuştur. Devrim günü Menderes ve Polatkan’ı hava alanından alarak Harp Okuluna getirmiştir.
KÜÇÜK Sami, Kurmay Albay, Dramada doğmuştur. 1954’te Tokya Askeri İrtibat Bürosunda bulunmuş, Madrit ataşemiliterliği yapmıştır. Devrim hareketinde fiilen bulun, muştur.
OKAN, Sefcai, Kurmay Yarbay, İstanbulda doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.
ÖZDİLEK, Fahri, Orgeneral, Bursada doğmuştur. Devrim hareketinden önce, İstanbul Sıkıyönetim komutanlığından bulunmuş, devrim hareketine İstanbulda katılmıştır. Devrimden sonra Millî Savunma Bakanlığı ve Başbakan yardımcılığına getirilmiştir.
ÖZGÜNEŞ, Mehmet, Kurmay Binbaşı, Kayseri’de doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.
ÖZGÜR, Selâhattin, Kurmay Binbaşı, Kayseri’de doğmuştur, Devrim hareketine fiilen katılmıştır.
ÖZKAYA, Şükran, Kurmay Binbaşı, Antalya’da doğmuştur. Devrim hareketi sırasında Davut paşa zırhlı tugayında bulunuyordu. İstanbul sonuçlarının çabuk alınmasında önemli rol oynamıştır.
TUNÇKANAT, Haydar, Kurmay Albay, Bandırmada doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.
ULAY, Sıtkı, Tuğgeneral, İzmir’de doğmuştur. Mısır ihtilâli sırasında Kahire’de ateşemiliter olarak bulunmuştur. Harp Okulu Komutanı iken devrim hareketine katılmış ve Çankaya Köşkünü kuşatmıştır. Devrimden sonra, Ulaştırma ve Devlet Bakanlıkların, da bulunmuştur.
YILDIZ, Ahmet, Kurmay Binbaşı, Sürmene’de doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmış, devrimden sonra Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünde bulunmuştur.
YURDAKULER, Muzaffer, Kurmay Albay, İstanbul’da doğmuştur. Devrim hareketine fiilen katılmıştır.
MADANOĞLU Cemal, Korgeneral, Eşmede doğmuştur. 1924 yılında Harp Okulunu bitirmiş. 1954 yılında general olmuştur. Devrim hareketinin plânlaştırılmasında önemli rol oynamış 27 Mayıs 1960 günü, İzmir’de bulunan Cemal Gürsel’in Ankara’ya gelmesine kadar, Millî Komitenin başkanlığını yapmıştır. Komite üyeliği ile birlikte, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığını da üzerine almıştır.
AKKOYUNLU, Fazıl Binbaşı, Yozgat’ta doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
BAYKAL, Rıfat, Yüzbaşı, İzmir’de doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
ER Ahmet, Yüzbaşı, Akhisar’da doğmuştur. Devrim hareketine-fiilen katılmış, 13 Kasım 1961 de Komiteden affedilmiştir.
ERKANLI, Orhan, Kurmay Binbaşı, Kırşehir’de doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
ESİN, Numan, Kurmay Yüzbaşı, Biga’da doğmuştur. Devrim hareketinde Ankara’da vazife görmüş, 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
KABİBAY, Orhan, Kurmay Yarbay, Üsküdar7da doğmuştur. Devrim hareketine Ankarada katılmıştır. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
KAPLAN, Kadri, Kurmay Yarbay, İstanbul’da doğmuştur. Devrim hareketine Ankarada katılmıştır. 13 Kasım 1960 ta Komiteden affedilmiştir.
KARAN, Muzaffer, Binbaşı, İstanbul’da doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
KÖSEOĞLU, Münir, Binbaşı, Sakarya’da doğmuştur. Devrim sabahı İstanbul radyosunu ele geçirmiştir, 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
ÖZDAĞ, Muzaffer Kurmay Yüzbaşı, Pınarbaşı’nda doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
SOLMAZER, İrfan, Yüzbaşı, Gönen’de doğmuştur. 13 Kasım 1960 ta Komiteden affedilmiştir.
SOYUYÜCE, Şefik, Binbaşı, Sivas’ta doğmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
TAŞER, Dündar, Binbaşı, Gaziantep’te doğmuştur. Devrim hareketine Ankara’da katılmıştır. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiştir.
TÜRKEŞ, Alpaslan, Kurmay Albay, İstanbul’da doğmuştur. Kara kuvvetleri NATO Dairesinde şube müdürü iken devrim hareketine Ankara’dan katılmış Ankara radyosunda Türk Silâhlı Kuvvetleri adına ilk konuşmaları yapmıştır. Devrimden sonra Başbakanlık müsteşarlığında bulunmuştur. 13 Kasım 1960 tarihinde Komiteden affedilmiş, Delhiye müsteşar olarak gönderilmiştir.
BAŞTUĞ, İrfan, Tuğgeneral, Van’da doğmuştur. 1929’da Harp Okulunu bitirmiş.1956 da Korede bulunmuştur. Genelkurmay Personel Başkanlığında vazifeli iken devrim hareketine katılmıştır. Devrimden sonra Ankara valiliğine getirilmiş, 2 Eylül 1960 tarihinde bir otomobil kazasında ölmüştür.
Yassıada
27 Mayıs sonrasında Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri ve aralarında Milli Mücadele'nin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un da olduğu Demokrat Parti milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada'ya götürülmüşdür. Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldığı iddia edilmiş ve tabiî ki bu hususta taraflar arasında büyük tartışmalara sebep olmuştur, neticede hala net bir fikir bulunmamaktadır, her iki tarafta olaylara kendi penceresinden bakmaktadır. Bu kötü muamele ve işkence neticesinde Cemil Keleşoğlu ve Namık Gedik'in intihar ettiği dahi ileri sürülmüştür. Hatta DP avukatlarından Hüsamettin Cindoruk, Namık Gedik'in intiharının dahi şüpheli olduğunu iddia ederek; Namık Gedik'in intiharında fiziki zorluk olduğunu savunmuştur.
Yassıada tutuklularından eski DP milletvekili Gıyasettin Emre, başına gelenleri şu şeklide anlatmaktadır; “Askerî havaalanında uçaktan indiriliyoruz. Sille tokat, tekme, küfür... Yemekte konuşamıyorduk. Konuştuğu için dayak yiyen çok oldu. Her sabah kumlu pırasa, akşam da taşlı fasulye veriyorlardı.”
Tutukluluk süresinde; Yusuf Salman, Lütfi Kırdar, Gazi Yiyitbaşı, Yümnü Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz hayatlarını kaybettiler. Fakat, 18 Haziran 2009 tarihli Ceviz Kabuğu programına internetten e-posta ile katılan O dönemin Harp Okulu öğrencilerinden Koray adındaki bir öğrenci şunları yazdı; “Namık Gedik kaçmaya çalıştı. Pencereden atladı. Fakat, pencere camlıydı. Camlar vücuduna sıçrayınca kanamaya neden oldu ve yaşamını yitirdi.”
14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 11 ay 1 gün sürerken, 203 gün davalara bakıldı ve 872 oturum yapıldı. 19 davaya bakılırken, 1068 tanık dinlendi ve yargılamalar hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihinde son buldu. Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde yargılanan siyasîler; vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye kullanımı, Kırşehir'in ilçe yapılması, meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklik, Meclis oturumlarının yayına engel olunması, CHP'nin mallarına el konulması, Tahkikat komisyonu oluşturmak, hakim teminatı ve mahkeme bağımsızlığının ihlali gibi konularla toplam 19 dava açıldı, davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi.
Yassıada spor salonunda gerçekleştirilen davalardan birinin konusu ise 6-7 Eylül Olayları'nın DP hükümetince çıkartıldığına dair suçlamadır. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Fuad Köprülü, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, Emniyet müdürü Alaaddin Eriş, İzmir Valisi Kemal Hadımlı, Selanik başkonsolosu Mehmet Ali Balin ve diğerleri Selanik'te Atatürk'ün evinin bombalanması ve Rum azınlığın evlerinin yağmalanmasının organizasyonunu yapmakla suçlanıp, 5 ile 10 yıl ağır hapis, kamu hizmetlerinden sürekli men cezası istenildi. Savunma Türk hükümetinin tertip etmesi asla doğru değildir denilerek yapıldı. Bayar beraat ederken, Menderes ve Zorlu 6 yıl hapis, diğerleri 4 ay hapis cezası aldı.
Bir diğer dava "Bebek Davası"sı olup sanıklar Adnan Menderes ve Fahri Atabey'dir. Cemal Gürsel tarafından gizli celse olarak yapılması istense de açık olarak yapılmıştır. Ayhan Aydan'dan olan bebeğini Fahri Atabıyık'ı azmettirerek öldürtmek suçundan her ikisine 5 ile 10 yıl ağır hapis istenir. Ayhan Aydan ve Menderes dava sırasında ilişkilerinin ve bebeklerinin olduğunu fakat doğum sırasında öldüğünü belirtirler. Dava sırasında savcı bir kadın külotunu gösterip, kimin giydiğini ve başbakanlıkta unuttuğunu sorar. Adnan Menderes'in avukatı Burhan Apaydın'ın müdahalesi ile olay kapanır. Adnan Menderes’in kadın düşkünlüğü ve devlet kasalarında yer alan cinsel objeler Yassıada davalarında karşısına çıkacak ve halk nebzinde önemli bir imaj düşüklüğüne neden olacaktır.
Bir sonraki dava “Vinilex Davası”dır. Maliye bakanı Hasan Polatkan'ın şirkete usülsüz kredi sağladığı ve bunun üzerine 110 bin lira rüşvet aldığı iddia edilmiştir. Adnan Menderes ve Hasan Polatkan'ın nüfuzlarını kullanarak "Vinileks" firmasına Türkiye Vakıflar Bankası’ndan kredi verdirmekle suçlanmışlardır. Adnan Menderes tarafından kurulan bu Bankanın 27 Mayıs darbesine kadar Umum Müdürlüğü'nü yapan ve 1961 seçimlerinden sonra tekrar aynı Bankanın Genel Müdürlüğüne getirilecek olan Sabahattin Tulga yaptığı savunmada krediyi, suni deri imal ederek ithal ikamesi yapacak bu firmanın karlı olacağına inandıkları için verdiklerini; nitekim darbe sonrası işbaşına gelen yeni Banka yönetiminin de aynı firmaya ilave kredi vererek bu firmanın kredi limitini iki misli arttırdığını belirtmiştir. Mahkeme Menderes ve Hasan Polatkan'ı bu dava da suçlu bulmuştur. Polatkan 7 yıl ağır hapis ve memuriyetten men cezası alırken, şirket yetkilileri de ceza almışlardır.
Bu duruşmalarda açılan bir diğer dava radyo davasıydı. Adnan Menderes, bazı bakanlar ve Basın Yayın ve Turizm genel müdürü olan Altemur Kılıç hakkında radyoyu parti organı haline getirdikleri yolunda açılmıştır.
Mahkeme sonucunda Yüksek Adalet Divanı 15 sanığı idam cezasına çarptırdı. Celâl Bayar, Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan oybirliğiyle, eski T.B.M.M. Başkanı Refik Koraltan, eski Genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişoğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırıldı.
Sanıklardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, Adnan Menderes 17 Eylül 1961'de saat 13.30'da İmralı Adası'nda idam edildi. Dünyanın bütün ülkelerinde ceza muhakemesi kanunlarına göre idam cezaları sabaha karşı infaz edilirken Adnan Menderes'in cezasının infazında bu kuralın dışına çıkılarak öğle vaktinde idam gerçekleştirilmiştir. Bu durumun nedeni olarak, Zorlu ve Polatkan'ın idamlarından sonra, İngiltere Karaliçesi II. Elizabeth başta olmak üzere tüm Avrupa devletlerinin var güçleriyle Türkiye'ye baskı yapmaları gösterilir.
Zorlu, Polatkan ve Menderes'in dışındakilerin cezaları infaz edilmeyip, hapis cezasına çevrildi. İdamları durdurmak için ABD başkanı Kenedy'nin Ankara büyükelçisi Raymond A. Hare aracılığı ile Dışişleri Bakanı Selim Sarper'e bir mesaj ilettiği iddia edilir.
27 Mayıs sonrası
Ekim 1960'da Milli Birlik Komitesi 147 öğretim üyesini üniversitelerden uzaklaştırmıştır. Görevine son verilenler arasında Ali Fuat Başgil, Sabahattin Eyüboğlu, Yavuz Abadan, Nusret Hızır, Tarık Zafer Tunaya, Mina Urgan, Haldun Taner de vardı. Genelde bu tasfiyeler üniversite içinden gelen ihbarlara dayanıyordu. Kararı protesto etmek için Turhan Feyzioğlu, Sıdık Sami Onar, Fikret Narter ve Suut Kemal Yetkin gibi bir çok rektör ve öğretim üyesi görevinden istifa etmiştir. 1962 yılında çıkarılan yasayla öğretim üyelerine üniversiteye geri dönüş hakkı tanınmıştır.
27 Mayıs Darbesi'nde DP'liler Kürdistan Hükümeti tesis etmek üzere çalışmalar yapmakla suçlandılar. 31 Mayıs 1960'da Cumhuriyet gazetesinde MBK'nin bu konuyla ilgili çeşitli belgeler bulduğu ve Şeyh Said'in oğlunun DP iktidarı döneminde doğuda propaganda gezileri yaptığı iddia edilmiştir. Darbeden 4 gün sonra Doğu ve Güneydoğu'dan seçilen 485 ağa ve şeyhler Sivas Garnizonu (Kabakyazı)'nda bir kampa yollanmıştır. Bu konu hakkında Cemal Gürsel'in "ileri gelen 2500 Kürdü öldürelim" dediği iddia edilmektedir. Sivas'taki kamp 19 Ekim 1960 tarihinde çıkan 105 numaralı Mecburi İskan Kanunu ile boşaltılıp Milli Birlik Komitesi tarafından "55 ağa" DP'yi destekliyor iddiasıyla Antalya, Isparta, İzmir, Afyon, Manisa, Denizli ve Çorum'a sürülmüşdür.
Bu gelişmeler üzerine kanun 1962 yılında kaldırılmışdır. 1961 Anayasası'nda bir takım değişiklikler yapılarak, 1924 Anayasası'nın 3. maddesi olan "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözü "Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir" şeklinde değiştirilmişdir.
Ağustos 1960 – Şubat 1961 arasında Milli Birlik Komitesi tarafından emekliye sevkedilen 235 general ve yaklaşık 5.000 subay tarafından Emekli İnkılap Subayları Derneği kurulmuş ve orduya geri dönmeye çalışmışlardır. Bu derneğe bağlı emekli subaylar "Eminsular" olarak anılmıştır. En yüksek rütbeli üyesi olan Orgeneral Ragıp Gümüşpala daha sonra Adalet Partisi'nin genel başkanlığına getirilmiştir.
Milli Birlik Komitesi kuruluşundan itibaren karma ve heterojen bir gruptu ve kendi içerisinde bazı çekişmelere sahne oluyordu. Madanoğlu - Küçük grubu ile Türkeş - Kabibay grubu sık sık karşı karşıya gelmiş lakin herhangi bir vukuata sebep verilmemişti. Madanoğlu - Küçük grubu iktidarı bir an önce sivillere devretmeyi planlamıştır. Fakat Türkeş, Kabibay ve Erkanlı grubu reformların yapılmadan önce iktidarını sivillere devretmesine karşı çıkmış ve hemen sivillere devretmenin iktidarı Cumhuriyet Halk Partisi’ne teslim etmek anlamına geleceğini savunmuştur.Eylül ayının başlarında Türkeş, Kabibay, Erkanlı ve Dündar Seyhan, ihtilalin gayesine aykırı çalışan dört beş kişinin ülke dışına çıkarılmasını kararlaştırmışlardır. Türkeş, kararı uygulamak için hazır olduğu halde Kabibay zamana bırakmayı tercih etmiştir.İstanbul'da Muzaffer Özdağ'ın "Bab-ı Ali'den de geçeceğiz" demesi büyük yankılar uyandırmış ve Cemal Gürsel'in tasfiye kararı almasını hızlandırmıştır.MBK üyelerinden Muzaffer Yurdakuler, Seyhan tasfiye kararını arkadaşlarına anlatırken kulak misafiri olmuş ve diğer MBK üyelerine haber vermiştir.Karşı taraf erken davranmış ve Gürsel 13 Kasım 1960'da Alparslan Türkeş'e bir mektup göndererek Kurmay Albay Alparslan Türkeş, Kurmay Yarbay Orhan Kabibay, Kurmay Yarbay Mustafa Kaplan, Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı, Kurmay Binbaşı Şefik Soyuyüce, Kurmay Binbaşı Dündar Taşer, Piyade Binbaşı Fazil Akkoyunlu, Tank Binbaşı Muzaffer Karan, Deniz Kurmay Binbaşı Münir Köseoğlu, Deniz Kıdemli Yüzbaşı Rıfat Baykal, Kurmay Yüzbaşı İrfan Solmazer, Kurmay Yüzbaşı Numan Esin, Kurmay Yüzbaşı Muzaffer Özdağ ve Jandarma Yüzbaşı Ahmet Er olmak üzere çoğunluğu Türkçü subaydan oluşan 14 MBK üyesini emekliliğe sevkedip yurtdışındaki temsilciliklere danışman olarak tayin etmiştir.
Darbe sonrası gerçekleşen bir diğer önemli gelişme ise 27 Mayıs darbesinden 8 ay sonra 1961 yılında Osmanlı Devleti'nin subayların ihtiyaçlarını karşılamak için yarattığı fondan devredilerek 50 bin altınla kurulanOYAK olmuştur. Kurumun kuruluşu 3 Ocak 1961 kabul edilen Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu'na dayanmaktadır. Üye olması zorunlu subay ve astsubayların maaşlarının %10'u ve yedek subayların maaşlarının %5'i her ay bu fona aktarıldı.
Bir başka gelişme ise darbeyi meşru kılmak adına gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk tarafından konulan ve askerin siyasete müdahale etmesini kesinlikle yasaklayan mevcut 22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu dışında, 27 Mayıs'tan sonra 4 Ocak 1961 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu çıkarıldı ve Türk Silahlı Kuvvetleri daha sonraki darbe ve teşebbüslerini bu kanunun 35. ve 85. maddesine dayandırdı. 27 Mayıs İhtilali'nin Türkiye'de askeri darbelerin meşru olduğu intibasını yarattığı ve diğer askeri darbelerin yolunu açtığı yönünde iddialar bulunmaktadır.
Ayrıca 6 Haziran 1961'de ordu içinde Milli Birlik Komitesine muhalif olan general ve subaylar Silahlı Kuvvetler (SKB)'ni kurmuş ve sembolik başkanlığına Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı getirmişlerdir. SKB ordunun yönetimde kalmasından yanaydı ve parlamentonun açılmasına taraftar değildi. SKB, MBK tarafından Washington'a atanan İrfan Tansel'in bindiği uçağı yanlı jetler ile havada geri çevirerek Hava Kuvvetleri Komutanlığına tekrar getirilmesini sağlayacak kadar güçlenmiştir. Bu olay üzerine Cemal Madanoğlu görevinden istifa etti.
Tabiki Darbe sonrasının en önemli gelişmesi Kurucu Meclis ve 1961 Anayasası'nın Hazırlanması olarak karşımıza çıkmaktadır. 6 Ocak 1961'de MBK ve Temsilciler Meclisi'nden oluşan Kurucu Meclis kuruldu. Daha sonra Enver Ziya Karal ve Turhan Fevzioğlu başkanlığında Kurucu Meclis'e bağlı 20 kişilik bir anayasa komitesi kurularak yeni anayasa için çalışmalara başlandı.Yeni hazırlanan anayasada 1924'ndan farklı olarak halkçılık, devletçilik ve inkılâpçılığa yer verilmemiş, milliyetçilik ise Milli Devlet olarak değiştirilmiştir. İlk kez Sosyal Devlet ilkesi bu anayasa ile ortaya çıkmıştır. Adalet Partisi de resmi olarak yeni anayasanın 1924 Anayasası'na kıyasla "ileri bir adım" olacağını belirtmiştir. Ancak Adalet Partisi'nin desteğiyle "hayırda hayır vardır", "hayır deyin hayırlı olsun", "demli çay" ("hayır" oyunun renginin kırmızı olmasından) gibi sloganlarıyla "hayır" kampanyası yürütülmüştür. Hatta "Mr Referandum" adlı bir Amerikalının olduğu ve "evet" oyu vermesinin o Amerikalıya evet demek anlamına geleceği anlatılmıştır. 9 Temmuz 1961'de yapılan halk oylaması sonucu 1961 Anayasası %61.7 gibi bir evet oranıyla kabul edilse de, bazı akademisyenler ve uzmanlar %40'a yakın hayır oyunun oldukça anlamlı olduğunu ileri sürdüler ve yeni Anayasanın toplumun ciddi bir kesimi tarafından onaylanmadığını savundular. Lakin oluşturulan yeni Anayasa son derece özgürlükçü ve tüm temel ilke ile hakları koruma altına alan bir yapıda özellik arzetmekte idi. Baskıcı bir rejimin sebep olduğu darbe kendisine bu zemini hazırlayan gelişmelerin bir daha yaşanmaması için elinden geleni yapıyordu. Oluşturulan Anayasa bu açıdan takdire şayan bir özellik arzetmektedir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken Adnan Menderes'in idamından üç hafta sonra yapılan seçimlerde yani 15 Ekim 1961'de Demokrat Parti'nin oy tabanının "mirasçıları" Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi oyların % 62'sini alarak 277 milletvekili çıkarmışlardır. Buna karşı Cumhuriyet Halk Partisi 173 milletvekili çıkarabilmiştir. Bu seçim "Menderes'in zaferi" olarak nitelendirilmiş ve ordu durumdan rahatsız olmuştur. 25 Ekim 1961'de 12. dönem TBMM toplandı ve askeri rejim sona ermiştir. Burda ki tepki Demokrat Parti yönetiminin 1955 sonrası uyguladığı dikta yönetime destek niteliğinde değil gerçeklerin yanı sıra abartılarıda içerisinde barındıran Demokrat Parti Yönetimine yapılan karalama kampanyalarına karşı olmuştur. Yassı ada yargı süreci başta büyük bir destek alan askeri darbeye olan sempatiyi yok etmiştir.
Ayrıca ordu içinde MBK kadar etkili olmaya başlayan SKB, seçimlerin millî iradeyi tam olarak yansıtmadığı ve yeni bir darbenin gerektiğini savunmuştur. 21 Ekim'de MBK'nın İstanbul kanadına bağlı 10 general ve 18 albay toplanmış ve en geç 25 Ekim'e kadar yönetime el koyacağını kararlaştıran "21 Ekim protokolü"imzalamışlardır. 22 Ekim'de MBK'nın Ankara kanadı aynı içerikteki "Mürted Protokolü" imzalamış, fakat SKB onursal başkanı durumunda bulunan Cevdet Sunay'ın müdahalesiyle protokoller askıya alınmış ve siyasi parti liderleriyle uzlaşma yolu tercih edilmiştir. Bunun için 24 Ekim'de Çankaya'da Ragıp Gümüşpala (Adalet Partisi), Ekrem Alican (Yeni Türkiye Partisi), İsmet İnönü (Cumhuriyet Halk Partisi), Osman Bölükbaşı (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi), Cevdet Sunay, Cemal Gürsel ve generallerin önünde Yassıada mahkûmlarına af çıkarılmayacağına, Emekli İnkılap Subaylar Derneğine bağlı subayların orduya geri alınmayacağına ve Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesi için çalışacaklarına dair protokolü imzalamışlardır.Ali Fuat Başgil'in MBK üyeleri tarafından ölümle tehdit edilerek adaylıktan çekilmesiyle 26 Ekim 1961'de yapılan seçimle tek aday Cemal Gürsel cumhurbaşkanlığına seçilmiştir.
Darbe süreci ve sonrası oluşan yönetim askerin darbeye ihtiyaç duymadan ülke yönetiminde etkili olabilmesini sağlamak için yeni oluşumlara imza atmışlardır. Ülkenin milli güvenlik politikalarının belirlenmesi amacıyla daha önce çeşitli kararname ve kanunlarla kurulan Yüksek Müdafaa Meclisi Umumi Katipliği ve Milli Savunma Yüksek Kurulu, 1961 Anayasası'nda Milli Güvenlik Kurulu ismiyle düzenlenmiş ve halen görevini yerine getirmektedir.
Darbenin meşrulaştırılması içinse Anayasa Nizamını, Milli Güvenlik ve Huzuru bozan fiiller hakkında kanun hazırlanıp, 5 Mart 1962'de kabul edilen 38 Sayılı Kanun'da darbeyi eleştirmenin suç olduğu vurgulanmışdır. Bu kanunun birinci maddesinin B bendinde şöyle denilmektedir; “27 Mayıs 1960 devrimini zedeleyebilecek şekilde: Bu devrimin neticesi olarak Yüksek Adalet Divanınca veya sair kaza mercilerince verilmiş ve kesinleşmiş olan karar ve hükümleri, söz yazı, haber, havadis, resim, karikatür veya sair vasıta ve suretlerle kötüleyenler veya üstü kapalı da olsa matufiyeti belli olacak şekilde kötülemeye çalışanlar veya mahkûm edilenlerin mahkûmiyetlerine esas teşkil eden fiillerini yahut şahıslarını övenler veya neticelenmiş hazırlık, ilk, son tahkikat veya infaz safhalarıyla ilgili resim, hatırat, röportaj yapanlar veya beyanat verenler hakkında bu kanunda belirtilen 5 madde gereğince Anayasa Mahkemesi'nde dava açılır” Bu davalardan birene örnek olarak Yeni Demokrat Parti genel başkanı Fuad Köprülü'nün, "af ancak bir haksızlığın tamiri olacaktır" sözleri üzerine açılan kamu davası gösterilebilir.
Dönemde oluşturulan bazı yapılanmalar ise Anayasa Mahkemesi, ( 22 Nisan 1962'de Anayasa Mahkemesi Kanunu kabul edilmiş ve 20 Aralık'ta çalışmalarına başlamıştır. Kurucu meclis; yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek üzere bir Anayasa Mahkemesi kurulmasına karar verdi.), Yüksek Hakimler Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Radyo Televizyon Kumru, Cumhuriyet Senatosu, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi, Milli Prodüktivite Merkezi, Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Darbe ile ilgili dönemin taraflarınca yapılan bazı açıklamalar ise şöyledir;
Celal Bayar (Cumhurbaşkanı):Ve yine hiç şüphe etmiyorum 27 Mayıs başarıya ulaşmamış ya da hiç yapılmamış olsaydı, ne ordu içinde cuntalar kurulacak, ne 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleri yapılacak, ne de demokrasi dejenere edilebilecekti.
Cemal Gürsel (MBK lideri): Demokrat Parti'nin memlekete yaptığı en büyük kötülüklerden biri orduyu ihtilale zorlaması olmuştur.
Süleyman Demirel (Devlet Su İşleri Genel Müdürü):(1950) Devlete karşı, onların yönettiği devlete karşı kazanılmış bir zaferdi... Onların elinden devleti alma hareketidir. 1960, halkın elinden devleti alma hareketidir.
Bülent Ecevit (Cumhuriyet Halk Partisi Ankara milletvekili):60 İhtilali... Ve kaptılar, işte kendileri güya demokrasisinin bayraktarlığını yapıyorlar... Müdahaleci ekip. Fakat ne yaptılar; üniversiteden geçmeler, 147’ler olayı, arkasından Bab-ı Ali önünden geçeceğiz lafları derken birden, bir ülke ve kültür birliği projesi ortaya çıktı. Bunu biz orataya çıkardık. Dünyada görülmemiş bir totaliter rejim projesi, yani Nazi Almanyası'nda bile eşi görülmemiş bir proje.
ABD Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma Dairesi'nin 1961 tarihli değerlendirme raporu:Türk Silahlı Kuvvetleri'nce yapılan kansız darbe, Türkiye dışında genellikle ağırlık taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin apolitik olduğu ve ciddi bir siyasi bunalımda müdahale etmeyeceği yolundaki inanışı yıkmıştır.
Son söz olarak 1950’lerde demokrasiyi ve refahı vaad ederek iktidara gelen Demokrat Parti Yönetimi, 10 yıllıklık iktidarının özellikle ikinci döneminde verilen vaadleri tamamen unutarak baskı ve totaliter bir rejim uygulamıştır. Ülke hem ekonomik hemde sosyal olarak bir kaosa sürüklenmiş, taraflar kesin çizgilerle ayrılarak, bir taraf için sınırsız teşvikler uygulanırken muhalif kanat ise illegal bir şekilde engellenmiş ve açıklaması yapılamayacak yasaklamalarla karşılaşmıştır. Süreç içerisinde oluşan ekonomik olarak dışa bağımlılık, Atatürk ilke, inkılap ve devrimlerine karşı yapılan sekteler, muhalefete uygulanan baskı ve oluşturulan kumpaslar.... vb. neticesinde hem halkın önemli bir kesiminde hemde askeriyede büyük rahatsızlıklar oluşmuştur. Süreç olarak ele alanıcak olursa yönetimin yaptığı hatalar bu darbeye zemin hazırlamıştır. Lakin şunu unutmamak gerekir ki askeri darbe hiçbir zaman bir tercih değildir. Ülke kendi sorunlarını demokrasi aracılığı ile çözmek mecburiyetindedir. Zaten ülkemizde gerçekleşen iki darbede başlangıcı itibari ile halk ve aydın kesim tarafından desteklenirken sonraki süreçte bu destek tamamen yok olmuştur. Çünkü özgürlüğü, barışı ve refahı getireceğini vaad eden darbeler neticede önceki süreçten daha olumsuz bir hava yaratmışlardır. Kendi yaptıkları tercihleri meşru kılabilmek için dikta bir yönetim ile baskı rejimini ülke geneline yaymışlardır.
Unutmamak gerekir ki en kötü durumlarda bile Askeri darbe çözüm değildir, en kötü suçlarda bile idam kimseye hak veya ceza değildir ve kabullenilemez...
ALİ NECATİ DOĞAN
YORUMLAR: (2 Adet)
* Darbeler ülkemizi en az 30 yıl geriye götürüyor bizler bilinçli gençler olarak şuan bile ülkemizde yaşanan bazı olaylara objektif ve Atatürk zekasıyla yaklaşmalıyız ki olaylara kalıcı çözümler bulalım çünkü böyle olaylar yüzünden ülkemiz ilerleyemiyor. Belgin DASDEMİR

* Efendim, saygılarımla; Uzun uzun 27 Mayıs 1960 İhtilalini anlatmışınız. Kaleminize ve emeğinize sağlıklar dilerim. Ben de askeri darbelere ve idama karşıyım. 27 Mayıs 1960 İhtilali hak edilmemiş bir ihtilaldir. Buna katılıyorum. Ancak, bıçağın kemiğe dayandığı zaman ne yapılabilir ki? Saygılarımla... Recep ALTUN, 08.11.2009