15 Eylül 2012 Cumartesi

BÜYÜK KURTARICI’YA ŞÜKRAN VE MİNNETLE!...


BÜYÜK KURTARICI’YA ŞÜKRAN VE MİNNETLE!...
Mustafa Nevruz SINACI
            Muhtemelen 1995 dönemi DP kontenjanından (RP listelerinden) seçilip milletvekili (!) olduktan sonra mahdum (günün DP Genel Başkanı) Aydın Menderes ile birlikte; “Çarşıya kadar değil, pazara kadar değil; mezara kadar Refah Partiliyim” diyen bir zat-ı muhterem’in işaret, ikaz ve ihbarı ile “tanıtım-takdim (açılım ve sunum) ekranında aynen attığım şu başlık’ ın (BÜYÜK KURTARICIYA ŞÜKRAN VE MİNNETLE) yer aldığı link’e ulaştım.(*)
            Link ve mezkür araştırmaya yer verilen sitenin anonsu bu.
            Adı ise: Toplumsal bilinç
            Burada yer alan kronolojik bilgiler internet ortamında yapılan yoğun yayın ve tanıtım bağlamında “Tekerrür eden tarih. AKP, DP’yi taklit ediyor..” biçiminde yer alıyor. Güncel önem ve değerine binaen bu kronolojiyi kamuoyuna açıklamak ve ilan etmek zaruret oldu. Yayının bitiminden itibaren kendi açıklama, ek ve yorumlarımı, değerli okuyucularımızdan gelecek katkı, yorum açıklamaları yazma hakkım saklı kalmak kayıt ve şartıyla ilgili bölümü yorumsuz ve katkısız olarak bilgilerinize arz ediyorum:              
Demokrat Parti Sürecinin Tarihsel Dizimi... (Ocak 05, 2008, 01:01:06 ÖÖ)
AÇILIM VE SUNUM:          
22 Temmuz 2007 seçimlerine iktidar partisi AKP, liderini 1950-60 döneminin başbakanı Adnan Menderes ile özdeşleştirerek girmeyi önemli bir seçim kozu olarak belirlemiştir. Bu tercihin temelinde, bizlerin belleği silinerek yeniden formatlanmış, yoğun propaganda altında doğruları ve değer ölçüleri çarpıtılmış bir kitle olmamıza duyulan güven yatmaktadır. Ekli kronolojik Demokrat Parti tarihi o dönemi hiç yaşamamış, yaşayıp da unutmuş olanlar için hazırlanmıştır.
 7 Ocak 1946: Demokrat Parti; Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan tarafından kuruldu.
21 Temmuz 1946: Yapılan ilk çok partili seçimde CHP 396, ancak 16 ilde seçime girebilen DP  62, bağımsızlar ise 7 milletvekili çıkardı.
18 Temmuz 1948: Demokrat Parti'den ayrılan, Kurtuluş Savaşı komutanlarından Mareşal Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbaşı Millet Partisi'ni kurdu.
14 Mayıs 1950: Genel seçimlerde halk, CHP'nin 27 yıllık tek parti iktidarına son verdi. Seçimlerin sonucunda; Demokrat Parti %53.3 oy oranı ile TBMM'ye 408 milletvekili soktu. CHP %39.9 oranında oy almasına rağmen 69, MP ise 1 milletvekili ile temsil edildi.
22 Mayıs 1950: Celal Bayar Türkiye Cumhuriyeti'nin üçüncü cumhurbaşkanı oldu. Adnan Menderes başkanlığındaki ilk Demokrat Parti hükümeti kuruldu. Refik Koraltan da Meclis Başkanı olarak göreve başladı.
29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes 'sadece millete mâl-olmuş inkılâpları saklı tutacağız' dedi. (İrticaya ilk yeşil ışık yakılmış oldu).
6 Haziran 1950: DP hükümeti; Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve diğer bazı generalleri görevlerinden aldı.
16 Haziran 1950: Demokrat Parti hükümetinin ikinci önemli icraatı, Arapça ezan okunma yasağını kaldırması oldu. (Türkçe ezan yasaklanmamıştır, yalnızca ezanın Arapça da okunabileceği belirtilmiştir. Ne var ki, bu karar 1932'den beri Türkçe okunan ezanın sonu olmuştur).
05 Temmuz 1950: Radyodan dini program yayın yasağı kaldırıldı.
07 Temmuz 1950: Dünya Bankası Türkiye'ye 16 milyon 400 bin dolar kredi açtı.
24 Temmuz 1950 : Kuzey-Güney Kore Savaşı'nda Birleşmiş Milletler bütün ulusları, komünist Kuzey Kore'ye karşı ABD'nin geniş katılımıyla oluşturulacak askeri güce katılmaya çağırdı.
28 Temmuz 1950: Türk Barışseverler Cemiyeti'nin Türkiye'nin Kore'ye asker göndermesini protesto amacıyla bildiri dağıtmasına izin verilmedi, Cemiyet başkanı Behice Boran ve genel sekreter Adnan Cemgil tutuklandı.
01 Ağustos 1950: Türkiye Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) başvurdu.
16 Eylül 1950: Türkiye'nin, NATO'ya girme başvurusu reddedildi.
28 Ağustos 1950: Bir yazarın okul tarih kitaplarından İnönü'nün adını çıkartması tartışmalara yol açtı.
03 Eylül 1950: Belediye seçimlerinde 600'ü aşkın CHP'li belediyeden 560'ı Demokrat Parti'nin eline geçti.
25 Eylül 1950: General Tahsin Yazıcı komutasındaki 4500 kişilik bir tabur, tüm masraflar bize ait olmak üzere ve TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı'na gönderildi. (Bu, başta ABD olmak üzere Batı'nın gözünde makbul olabilmek için onlar tarafından en geçerli ihraç malımız kabul edilen Mehmetçik'in uluslar arası düzeyde ilk pazarlanışıdır).
03 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırıldı ve böylece kuran kurslarına yeşil ışık yakıldı.
12 Aralık 1950: Hükümet, CHP Genel Merkez Binası'na el koyarak hazine'ye
mâl-etti.
20 Şubat 1951: Rus yazarların kitaplarının okul kütüphanelerinden çıkarılmasına karar verildi.
24 Şubat 1951: Kırşehir'de Atatürk büstü saldırıya uğradı.
12 Mart 1951: Demokrat Parti Konya İl Kongresi'nde fes, çarşaf ve Arap harflerinin serbest bırakılması istendi.
13 Mart 1951: Demokrat Parti İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün Halife Abdülmecit gibi sınır dışı edilmesini istedi.
25 Mart 1951: Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, solcu öğretmenlerin tasfiyesinin sürdüğünü açıkladı.
3 Mayıs 1951: Demokrat Parti Meclis Grubu'nda din eğitiminin genişletilmesi istendi.
4 Mayıs 1951: Menderes Meclis'te yaptığı konuşmada "Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır" dedi. (Halkevlerinin topluma katkılarının özeti  EK-2'dedir).
28 Mayıs 1951: Menderes Hükümeti, işçi sendikalarının faşist ve komünist sistemlerin bir öğesi olarak kurulduklarını ileri sürdü. Yeni bir sendika yasası hazırlama kararı aldı.
22 Haziran 1950: İstanbul İnönü Stadı'nın adı Mithatpaşa Stadı olarak değiştirildi.
01 Temmuz 1951: Atatürk'ün heykel ve büstlerine karşı ülke düzeyinde yaygınlaşmış olan saldırıları kınamak için, yurdun çeşitli yerlerinde protesto mitingleri yapıldı.
25 Temmuz 1951: Atatürk Kanunu 25 Temmuz 1951'de Meclis'te kabul edildi. Amaç, Atatürk devrimlerini korumak, Atatürk heykel ve anıtlarına saldırıların önüne geçmekti.
            Önemli bir hatırlatma: İncelemekte olduğunuz kronoloji, kendini yukarıdaki başlıkla tanımlayan ve “toplumsal-bilinç.(!)” Adını taşıyan web sitesi kaynak gösterilip link verilmek suretiyle (güncel siyaset aleyhine) halkımız ve kamuoyunu yönlendirme, yanıltma ve bilinç oluşturma amaçlı duyurulduğundan (yayın-tanıtım ve takdim biçimi itibarıyla) görülen lüzum üzerine yayınlanmaktadır.
            Düzeltme, ekleme, katkı ve yorumlar dizi bitiminde yapılacaktır.  
01 Ağustos 1951: Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu çıktı.
08 Ağustos 1951: Hükümet, Halkevleri'ne el koydu.
19 Eylül 1951: Kuzey Atlantik Paktı Konseyi, Türkiye ve Yunanistan'a NATO'ya katılma çağrısı yaptı.
20 Eylül 1951: Türkiye'nin NATO'ya katılması kabul edildi.
09 Ekim 1951: Devlet iç borçları 2 milyar 565 milyon liraya yükseldi.
26 Ekim 1951: İllegal Türkiye Komünist Parti'sine yönelik büyük çapta tutuklamalar yapıldı. Tutuklananlar arasında Zeki Baştımar, Mihri Belli, Sevim Tarı gibi tanınmış isimler vardı.
04 Kasım 1951: İlkokulların ders programlarına din derdi konuldu.
12 Ocak 1952: ABD yönetimi, Marshall Planı çerçevesinde Türkiye'ye 58 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını onayladı.
15 Ocak 1952: Amerika Birleşik Devletleri Türkiye'nin Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) girişini onayladı.
21 Ocak 1952: Milli Savunma Bakanlığı, Kore'de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğunu açıkladı.
18 Şubat 1952: NATO'ya katılma protokolünü 1951 yılında Londra'da imzalayan Türkiye, 18 Şubat'ta örgüte resmen üye oldu. Bunun neticesi olarak topraklarımıza ABD askeri üsleri kurulmaya başlandı.
05 Haziran 1952:  Lozan Antlaşmasına göre Fener Rum Patrikhanesi'nin başındaki kişinin TC vatandaşı olması gerekir. Bu ilke ilk kez ABD'den uçakla gönderilen Athenagoras'ın Türkiye'ye sokulması ile ihlal edildi. Başbakan Menderes Athenagoras'ı ziyaret etti ve elini öptü.
18 Temmuz 1952: Türkiye, Cemiyet-i Akvam'a (Birleşmiş Milletler) elli altıncı üye olarak kabul edildi.
08 EKİM 1952: Balıkesir'e giden CHP lideri İnönü'yü Vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girerse olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti.
24 Aralık 1952: 'Anayasayı Yaşayan Dile Çevirmek' şeklinde adlandırılan yasa önerisi ile 1945 yılında türkçeleştirilmiş olan anayasa metni, yürürlükten kaldırıldı. 24 Nisan 1924'te  kabul edilmiş olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yeniden uygulamaya kondu, anayasadaki öztürkçe kelimeler ayıklandı. (Örneğin; 'bakanlıklar', 'vekalet' oldu, Genelkurmay Başkanlığı' nın adı 'Erkan-ı Harbiye-yi Umumi Reisliği' şeklinde değiştirildi).
21 Ocak 1953: Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili ilk anlaşma bir ABD şirketiyle yapıldı.
09 Nisan 1953: Maliye Bakanı Hasan Polatkan, döviz açığının 553 milyon dolar olduğunu açıkladı.
14 Nisan 1953: Döviz alım-satımı serbest bırakıldı.
17 Nisan 1953: Ev kiralarına yüzde 100, dükkân kiralarına yüzde 150 zam yapıldı.
30 Mayıs 1953: Sovyetler Birliği hükümeti Türkiye'ye bir nota verdi. Türkiye'den toprak talebi olmadığını, dostluk ilişkisi kurmak istediklerini bildirdi.
8 Temmuz 1953: Millet Partisi irticai faaliyet gerekçesiyle kapatıldı, mallarına el kondu.
21 Temmuz 1953: Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.
27 Temmuz 1953: 2 milyondan fazla insanın öldüğü Kore Savaşı sona erdi.
09 Eylül 1953: Millet gazetesi başyazarı Nurettin Ardıçoğlu 3 sene 2 ay, yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu 2 sene 1 ay hapse mahküm oldu.
14 Aralık 1953: Hükümet, CHP'nin menkul ve gayrı menkullerinin Hazineye devredilmesine yönelik yasayı çıkardı.
Aralık 1953: CHP'nin Ulus Gazetesi'ne el konuldu.
18 Ocak 1954: Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kabul edildi.
27 Ocak 1954: Millet Partisi yöneticileri birer gün hapis cezasına çarptırıldı.
27 Ocak 1954: 6234 sayılı  yasayla Köy Enstitüleri kapatıldı. (Köy Enstitülerinin yurdumuza katkısına ilişkin özet bilgi EK-3'te sunulmuştur).
24 Şubat 1954: İstanbul'da sıcaklık -6 dereceye düştü. Tuna Nehri'nden koparak Karadeniz'e ulaşan ve daha sonra İstanbul Boğazı'na inen buzlar Boğazı ve limanı kapladı. Deniz trafiği durdu.
07 Mart 1954: Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Ball adlı bir yabancının hazırladığı Petrol Yasası Meclis'te kabul edildi.
08 Mart 1954: Basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaretle suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedildi.
14 Mart 1954: Demokrat Parti'den istifa ederek CHP'ye geçen Adnan Menderes'in yeğeni Özdemir Evliyazade, Cumhurbaşkanı Calal Bayar'a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
18 Nisan 1954: Mersin'de seçim konuşması yapan ana muhalefet lideri İnönü DP'lilerin saldırısı ile engellendi, İnönü alandan zorlukla kaçırılıp kurtarılabildi.
02 Mayıs 1954: Genel seçimler yapıldı. Oyların %57,6'sını alan Demokrat Parti 503 sandalye kazanırken, %35,4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çıkarabildi.
14 Mayıs 1954: TBMM ilk toplantısını yaptı. Celal Bayar yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Adnan Menderes, kabineyi kurmakla görevlendirildi. Seçimlerden hemen sonra Celal Bayar 'İnce demokrasiye paydos' söylemiyle, antidemokratik yasalarla tedbirlerin sürdürüleceğinin altını çiziyordu.
30 Mayıs 1954: Muhalefet lideri Osman Bölükbaşı'yı seçen Kırşehir, ceza olarak il olmaktan çıkarılıp ilçe yapıldı. Bununla da yetinilmedi ve bölünerek eski ilçelerinden bir kısmı ile Nevşehir ili kuruldu.
14 Haziran 1954: Seçimlerde CHP'ye oy veren Malatya ceza amacıyla bölünerek Adıyaman ili kuruldu.  
21 Haziran 1954: Demokrat Parti kendi kadrolarını kurmak için devlette tasfiyeye yöneldi.Yeni çıkarılan bir yasayla hükümete, 60 yaşını  ya da 25 hizmet yılını doldurmuş yargıç ve profesörleri emekliye ayırma yetkisi verildi.
 05 Temmuz 1954: Memur Tasfiye Yasası, çıktı. Artık; memurlara bir süre için işten el çektirebilecek ya da emekli edilebilecek.
07 Ağustos 1954: Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, bir yazısında Başbakan Adnan Menderes'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
18 Ağustos 1954: Millet gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7'şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.
21 Ağustos 1954: Liseler 11 sınıfa indirildi.
28 Ağustos 1954: Emekli General Sadık Aldoğan tutuklandı. Gerekçe; Millet Gazetesine yazdığı bir yazıda adliyenin manevi kişiliğine hakaret etmek.
23 Eylül 1954: Yeni Ulus gazetesindeki yazıları nedeniyle Hüseyin Cahit Yalçın, Cemal Sağlam, İbrahim Cüceoğlu hapis, Nihat Erim para cezasına çarptırıldı.
01 Aralık 1954:  Demokrat Parti'ye muhalif Yeni Ulus Gazetesi'nin yazarlarından Hüseyin Cahit Yalçın,  'Hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği' gerekçesiyle 26 ay hapse mahküm edildi ve 79 yaşında hapse girdi.
01 Nisan 1955: Kıbrıs'da EOKA terör örgütü faaliyetlerine başladı.
08 Nisan 1955: İstanbul'da hane başına 100 gram kahve dağıtımına başlandı. Kahve alanlar, muhtarların hazırladığı listeleri imzaladı.
14 Mayıs 1955: Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkeler yeni bir askeri ittifak içeren Varşova Paktı'nı imzaladılar.
20 Mayıs 1955: Akis dergisi yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek tutuklandı.
09 Haziran 1955: Türk bayrağını yırtmaktan sanık 4 Amerikalı beraat etti.
10 Haziran 1955: İstanbul Hilton Oteli açıldı. 2,5 yılda biten otelde 300 oda, 500 yatak bulunuyor.
23 Haziran 1955: Hükümete muhalif Akis Dergisi'nin yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek 'Hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu işlemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması' gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
20 Temmuz 1955: Polis CHP İsparta İl Kongresini dağıttı. Genel Sekreter Kasım Gülek kürsüden indirildi.
Ağustos 1955: Karadeniz gezisine çıkmış olan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Sinop'ta tutuklanarak İstanbul'a getirildi ve bir gün hapiste kaldı. (Ertesi yıl benzer bir geziye kalkışması ve  Rize'de dükkân sahiplerinin elini sıkması, gösteri yürüyüşü sayılarak 6 ay hapse mahkûm olacaktır).
05 Eylül 1955: (Daha sonraki yıllarda Demokrat Parti'nin bir tertibi olduğu ortaya çıkacak olduğu üzere) İstanbul Ekspress Gazetesi'nde Atatürk'ün Selanik'deki evine bomba atıldığı haberi yayınlandı.
06 Eylül 1955: Atatürk'ün evine bomba atıldığı haberi üzerine, 'Kıbrıs Türktür' cemiyetinin İstanbul Taksim Meydanı'nda düzenlediği açık hava toplantısı, 6-7 Eylül olaylarını başlattı. Çok önceden planlanan gösteriler, kısa zamanda Rum vatandaşların işyeri ve evlerine yönelik yağmaya dönüştü. İstanbul, Ankara, İzmir'de sıkıyönetim ilan edildi.
07 Eylül 1955: Olaylar diğer kentlere de sıçradı TBMM olağanüstü toplandı. Hükümet kendi tertibi olan olayları muhaliflerinin üzerine yıkmak, bir taşta iki kuş vurarak onlardan da kurtulmak  amacıyla yeni bir planı uygulamaya koydu. Emniyet Amirlikleri'nce komünist olarak bilinen 48 kişi, tahrik ve tahrip suçlamasıyla tutuklanıp Harbiye'ye getirildi. İdam talebiyle yargılanması öngörülen bu kişiler arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav, Asım Besirci, Hasan İzzettin Dinamo da bulunuyordu.
09 Eylül 1955: İstanbul'da 3, Ankara ve İzmir'de birer askeri mahkeme kuruldu.
10 Eylül 1955: İçişleri Bakanı Namık Gedik ile İstanbul Emniyet Müdürü Alaaddin Eriş görevlerinden istifa etti.
12 Eylül 1955: TBMM sıkıyönetimi 6 ay uzattı.
16 Eylül 1955: İzmir'de Sabah Postası gazetesi kapatıldı, gazete sorumlu yazı işleri müdürü ve başyazarı Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı.
19 Eylül 1955:  Muhalif yayınlarından dolayı Ankara'da Ulus Gazetesi süresiz, İstanbul'da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 gün süreyle kapatıldı.
15 Ekim 1955:  Demokrat Parti'de muhalefet yaptığı gerekçesiyle 9 milletvekili partiden ihrac edildi. Onları destekleyen 10 milletvekili de kendi isteği ile partiden ayrıldı. 'Onbirler Hareketi' diye anılan bu milletvekilleri, bakanlar hakkındaki iddialarda, 'ispat hakkını yasaklayan kanunun' kaldırılmasını sağlayacak bir fıkranın anayasaya eklenmesini istiyorlardı. (Gençler mantıkları almayacağı için konuyu anlamakta zorlanabilirler. Siyasiler hakkında bir iddia ileri sürenler hakaret suçuyla yargılanıp mahkum olmaktaydılar. Yargılanan kişiye iddiasını ispat hakkı tanınmamaktaydı. Reddedilen, bu hakkın tanınması isteğiydi).
24 Ekim 1955: (Nazlı Ilıcak ile Ömer Çavuşoğlu'nun babası olan) Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu, 6/7 Eylül olaylarında uğradıkları kayıplar dolayısıyla, İzmir'deki Yunan Konsolosluğu'na, (suçluluk psikozu içerisindeki hükümet adına resmi özür yerine geçmek üzere) Yunan Bayrağı çekti ve uluslarası düzeyde özel bir yalakalık örneği verdi..
17 Aralık 1955: Ankara ve İzmir'de sıkıyönetim kaldırıldı.
20 Aralık 1955: Demokrat Parti'den ayrılan 19 milletvekili, Hürriyet Partisi'ni kurdular.
05 Şubat 1956: Meriç ve Tunca nehirleri dondu; Yeşilköy ve Mecidiyeköy'e kurtlar indi ve İstanbul halkı ekmeksiz kaldı.
08 Şubat 1956: Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gazetelerin sayfaları 6'ya indirildi.
02 Mart 1956: Cumhurbaşkanına hakaretten sanık Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mahkum oldu.
08 Nisan 1956: Başbakan Adnan Menderes, muhalefeti, "Siyasi sapıklık, sahte ihtilalcilik, inkarcılık, adi ve alçak iftiracılık, sahte hürriyetçilik ve tedhişçilik"le suçladı.
29 Nisan 1956 : Ankara'da gazeteciler Oktay Ekşi, Hikmet Tanılkan, Altan Öymen, Aydın Köker ve Seyfettin Turhan götürüldükleri Çankaya Karakolunda hakarete uğradılar.
01 Mayıs 1956: 6-7 Eylül olaylarında zarar gören kiliselere 10 milyon lira avans verildi.
31 Mayıs 1956: CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, "Adım adım mutlakıyete gidiyoruz" dedi.
07 Haziran 1956: Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı yeni Basın Kanunu Mecliste kabul edildi. Hürriyet Partisi adına konuşan Turan Güneş, "Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak" dedi.
09 Haziran 1956: Basına baskılar sürüyor; Halk gazetesi toplatıldı.
4 Haziran 1956: CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, TBMM'nin manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse ve 4 ay Bursa'da ikamete mahkum oldu.
15 Haziran 1956 : En etkili muhalif yayınlardan haftalık Akis dergisi toplatıldı.
27 Haziran 1956:  Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu görüşmelerinde, İnönü: "Aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakiyetten bugüne geldik, siz bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz." dedi. Muhalefet topluca salonu terk etti. Tasarı DP'lilerin oylarıyla yasalaştı.
22 Temmuz 1956: Akis dergisinin yine toplatıldı.
30 Temmuz 1956 : Ordu, Giresun ve Trabzon'da Cumhuriyet Halk Partililerin siyasi toplantı yapmalarına izin verilmedi.
04  Ağustos 1956: Ulus gazetesi toplatıldı.
13 Ağustos 1956 : Bakanlar Kurulunca ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi.
14 Eylül 1956: Akis dergisi toplatıldı.
28 Eylül 1956: Maliye, İstanbul'da hazineye ait 10 bin arsa ve 500 binayı satışa çıkardı.
11 Şubat 1957: CHP Genel Başkanı İnönü'nün damadı ve Akis Dergisi başyazarı Metin Toker tutuklanarak cezaevine girdi.
14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe camii'nin yapımı için cami yaptırma derneği'ne 100.000 TL bağış yaptı.
11 Nisan 1957: Halk gazetesi sahibi Ratip Tahir Burak, bir karikatürü nedeniyle tutuklandı.
17 Nisan 1957: Atatürk Orman Çiftliğinden arazi satılabilmesine olanak tanıyan kanun kabul edildi. (Atatürk'ün elleriyle oluşturduğu ve Türk halkına armağan olarak bıraktığı bu çiftliğin bugün yarıyarıya yağmalanmış olmasına yol açan süreç de böylece başlamış oldu).
06 Mayis 1957: Istanbul, Ankara, Eskisehir, Adana ve Bursa'da işçi sendikalari kapatildi.
11 Mayıs 1957 : Zaman Gazetesi'nden Nusret Safa Coşkun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkum oldular.
19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka yaptığı açıklamada Menderes, DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını belirterek öğündü.
27 Mayıs 1957: Demokrat İzmir gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı.
31 Mayıs 1957: Bakırköy Derbi Lastik Fabrikası hammadde yokluğundan kapandı, 720 işçi işsiz kaldı.
01 Temmuz 1957: 30 Haziran 1954 tarihinde ilçe yapılan Kırşehir yeniden İl yapıldı.
02 Temmuz 1957: CMP Genel Başkanı ve Kırşehir milletvekili Osman Bölükbaşı tutuklandı.
06 Temmuz 1957: Hükümet, İstanbul Gazeteciler Sendikası'nı bir süre için kapattı.
20 Ekim 1957: DP'nin din istismarı hızlanıyor. Menderes Adana'da yaptığı seçim konuşmasında ' İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camiini de ikinci bir kâbe yapacağız' dedi.
27 Ekim 1957: Genel Seçimler yapıldı. Oyların % 47,9'unu alan DP 419,  % 41,1'ini alan CHP: 173, % 7,1'ini alan CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi)  4, % 3,8'ini alan HP (Hürriyet Partisi)  2 ve  bağımsızlar 2 milletvekili çıkardı.
27 Ekim 1957: '57 seçimleri 1946 seçimleri ile birlikte tarihimizin en şaibeli seçimleridir. İktidarın tertip, baskı ve sandık hileleri tepkilere, kan akmasına neden olmuştur. En vahim olaylar Gaziantep'te yaşanmış, seçimi ilkönce CHP'nin kazandığı ilan edilmiş, sonra bu karar değiştirilmiştir. Bu olayın yarattığı tepkiler iki gün sonra CHP'lilerin Cumhuriyet Bayramı kutlama alanına sokulmaması nedeniyle doruğa çıkmış, ayaklanmaya dönüşmüştür. Olayları yatıştırmak amacıyla askerî uçaklara kent üzerinde alçak uçuş yaptırmak dahil her yöntemi kullanmak gerekmiştir. Aralarında Ali İhsan Göğüş ve Cemil Sait Barlas gibi önde gelenlerin de bulunduğu CHP'liler tutuklandılar ve 5,5 ay hapiste kaldılar.
29 Ekim 1957: Gaziantep olayları ile seçim günü Mersin'de bir CHP'linin öldürülmesi olayına yayın yasağı konuldu.
01 Kasım 1957: Yeni meclisin toplanacağı bugün halkın tepkisinden çekinen iktidar başta meclisin çevresini tanklarla çevirmek dahil kentin tüm önemli noktalarına askerî birlikler yerleştirdi.
01 Kasım 1957: TBMM, 11. Dönem çalışmalarına başladı. İstanbul Milletvekili Celal Bayar 413 oyla, 3. defa Cumhurbaşkanlığına seçildi. Kabineyi kurmakla Adnan Menderes görevlendirildi.
28 Kasım 1957: Hürriyet Partisi fesih kararı aldı. CHP ile güç birliğine karar verildi.
27 Aralık 1957: Basının TBMM çalışmalarına ilişkin haberlerini kısıtlamak üzere Meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklikleri eleştiren Anayasa Profesörü Hüseyin Nail Kubalı, hükümet tarafından İstanbul Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı.
28 Ocak 1958: Kıbrıs'ta Türklere yönelik şiddet olayları meydana geldi. İngiliz askeri Türklere karşı ilk defa silah kullandı.
Mart 1958: Demokrat Parti örgütlerinin ramazan ayı boyunca camilerde düzenlediği mevlitlerin propaganda amacıyla devlet radyosundan naklen yayını uygulaması başlatıldı.
09 Nisan 1958: CHP'nin yayın organı olan Ulus Gazetesi  üçüncü kez bir ay süreyle kapatıldı. Kapatmaya, Ankara Milletvekili Bülent Ecevit'in bir yazısı yol açtı. Gazetenin sorumlu müdürü Ülkü Arman 1 yıl, karikatürcü Halim Büyükbulut da 14 ay hapis cezası aldı.
30 Nisan 1958: Et sıkıntısını gidermek için Yeni Zelanda'dan koyun eti dışalımı yapıldı.
06 Mayıs 1958: Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Nihat Subaşı 8 aylık hapis cezasını yatmak üzere cezaevine girdi.
07 Mayıs 1958: Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 8 ay yatmak üzere cezaevine girdi.
08 Mayıs 1958: Yeni Gün gazetesi yazı işleri müdürü Erdoğan Tokatlı 34 gün yatmak üzere cezaevine girdi.
08 Mayıs 1958: Sıkıyönetim kararlarına uymadığı iddiasıyla Milliyet gazetesi 15 gün süreyle kapatıldı.
09 Mayıs 1958: Yeni Gün gazetesi ve Akis dergisi birer ay kapatıldı. Yazı işleri  müdürleri Altan Öymen 10 ay, Tarık Holulu 16 ay hapis cezasına çarptırıldı.
14 Mayıs 1958: Akis Dergisi sorumlu müdürü Ziya Ademhan 1 yıl hapse mahkum oldu.
28 Mayıs 1958: Eskişehir'de Hür Bilek gazetesinin sahibi Abdülkadir Gürol ile yazarı İsmail Aras 1'er yıl hapis cezasına çarptırıldı; gazete 1 ay süreyle kapatıldı..
28 Mayıs 1958: Akis dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ziya Ademhan 3 yıl, başyazarı Metin Toker 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı; dergi de 3 ay kapatıldı.
28 Mayıs 1958: Basın suçlularının affı tasarısı, DP'lilerin oyu ile reddedildi.
02 Haziran 1958: İnönü'nün, İstanbul CHP Merkezi'nde yaptığı basın toplantısındaki demecine yayın yasağı konuldu.
05 Haziran 1958: Lüleburgaz'da yayımlanmakta olan Özdilek gazetesinin sahibi ve başyazarı Gültekin Arda 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.
06 Haziran 1958: Basına baskılar sürüyor; Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman ile aynı gazetenin yazarı Oktay Verel 1'er yıl, cezaevinde bulunan Şinasi Nahit Berker' le Nihat Subaşı da 4'er ay hapis cezasına çarptırıldı.
25 Haziran 1958: CHP Ankara Milletvekili Bülent Ecevit'in bir yazısı nedeniyle, Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl hapse mahkum oldu; gazete 1 ay kapatıldı.
12 Temmuz 1958: Temmuz 1958'de Kıbrıs'ta olaylar tırmanıyor. Beş Kıbrıslı Türk pusuya düşürülerek öldürüldü.
14 Temmuz 1958: Irak'ta darbe gerçekleşti, Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait Paşa öldürüldüler. (DP yöneticileri bu olaydan çok etkilenmiş, benzer bir olayın Türkiye'de de olabileceği konundaki derin endişeleri ile dengeleri iyice bozulmuştur).
16 Temmuz 1958: Ortadoğu'daki muhtemel karışıklıklara müdahale etmek amacıyla 11 bin ABD askerinin İncirlik üssüne indirilmesine başlandı.
19 Temmuz 1958: Nükleer silah taşıyan ABD uçakları İncirlik üssüne indi.
02 Ağustos 1958: Uluslararası Para Fonu (IMF) baskısıyla, Cumhuriyet tarihinin en yüksek orandaki devalüasyonu yapılarak 1 dolar 2,80 TL'den 9 TL'ye çıkarıldı. Devalüasyon 0oranı yüzde 221 oldu.
04 Ağustos 1958: IMF Türkiye'ye 250 milyon dolar kredi verdi.
06 Eylül 1958: Başbakan Adnan Menderes, "İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya'" diyerek muhalefeti tehdit etti.
07 Eylül 1958: CHP Genel Başkanı İnönü, "Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez" diyerek başbakana cevap verdi.
09 Eylül 1958: İzmir'in Kurtuluş Günü törenlerine siyasî parti temsilcilerinin katılması, iktidar aleyhine ve CHP lehine tezahürat yapılacağı endişesiyle yasaklandı.
21 Eylül 1958: Başbakan Menderes, CHP'nin parti olmadığını, İsmet İnönü'nün siyaseti bırakması gerektiğini, basının istediğini yazamayacağını söyledi.
22 Eylül 1958: İnönü, "Demokrasiye paydos demeye Demokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir" şeklinde cevap verdi.
12 Ekim 1958: Başbakan Adnan Menderes yurttaşlara muhalefetin kin ve husumet cephesine karşı bir' Vatan Cephesi 'kurmaları çağrısında bulundu. DP iktidarı ülkede demokratikleşmeyi sağlamak iddiasıyla gelmiş, ancak uygulamasıyla ülkede cepheleşmeyi arttırmış, kendi dışındaki siyasi güçleri tasfiye etmeye çalışmıştı. Bu uygulamalardan birisi de, vatandaşları ancak CHP'ye karşı olmakla vatansever kabul eden bu uygulamadır. O tarihten sonra ülkenin her yanında Vatan Cephesi örgütleri kurulmaya başlandı. Üyeler aslında DP'ye üye oluyorlar, fakat katıldıkları örgüte 'Vatan Cephesi' deniyordu. Vatan Cephesi kuranların ve katılanların adları her gün radyoda tek tek okunuyordu. Rakipsiz tek yayın organı olan devlet radyosunda (çoğu uydurma olduğu iddia edilen) bu listelerin her gün ve dakikalarca okunması, vatandaşta sıkıntı ve tepkinin yanı sıra siyasal gerilimi de büsbütün artıran bir kampanyaydı.
DP ve CHP'lilerin kahvehanelerini dahi ayırdıkları gözlenmeye başladı.
18 Ekim 1958: Zile'yi ziyaret eden İnönü'nün karşılanmaması için ev ve işyerlerinden çıkmaları Kaymakam tarafından yasaklanmaya çalışılan halkla güvenlik güçleri arasında uzun süren çatışmalar yaşandı. Halka karşı tazyikli su, cop/dipçik, göz yaşartıcı bomba kullanıldı, havaya ateş açıldı.
19 Ekim 1958: Başbakan Menderes, Said-i Nursî'nin yaşadığı Emirdağ'da Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı. Menderes'in Emirdağ'ı bu ziyaretini özel bir destek işareti olarak değerlendiren Said-i Nursî, bu olaydan sonra ülke içinde gezilere başladı. ( Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için 1956'da talimat vermiş ve kağıt tahsisi yapmıştı).
03 Kasım 1958: CHP'nin yayın organı Ulus gazetesi 1 ay süre ile tekrar kapatıldı.
30 Kasım 1958: İnönü'nün damadı Metin Toker, Akis Dergisi'ndeki bir yazıdan dolayı ikinci kez bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. (DP hükümeti Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, TBMM'de bir soru üzerine, Demokrat Partinin ilk sekiz yıllık hükümet dönemi içerisinde 811 gazeteciye toplam 57 yıl hapis cezası verilmiş olduğunu açıkladı).
21 Ocak 1959: Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Ulus Gazetesi'ndeki  bir yazısı nedeniyle kendisi ve yazı işleri müdürü Ülkü Arman birer yıl hapse mahkum oldu; gazete bir ay süreyle kapatıldı.
22 Ocak 1959: Demokrat İzmir Gazetesi yazı işleri müdürü Şeref Balçık'a 15 gün, gazetenin sahibi Adnan Düvenci'ye 1 yıl mahkûmiyet cezası verildi.
26 Ocak 1959: 17 gün hapis cezasına çarptırılmış olan Ankara Telgraf gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Fethi Giray cezaevi'ne girdi. 
17 Şubat 1959: Başbakan Menderes'i Londra'ya götüren uçak, Gatwick Kasabası yakınlarında düştü. 14 kişinin öldüğü kazada Başbakan Adnan Menderes kurtuldu. ( Olayın Türkiye'de duyulması üzerine, iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik bir anda yerini ılımlı bir ortama bıraktı. Ancak bu bahar havası fazla sürmedi).
20 Şubat 1920: Yurda dönen Menderes boğa ve develerin dahi kesildiği görkemli törenlerle karşılandı. Uçak kazasından kurtulmuş olması nedeniyle taraftarları arasında adeta evliya mertebesinde kabul edilen Menderes Eyüp Sultan'a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti, dağıtılmak üzere resimler çektirdi.
02 Mart 1959: Menderes'in müsteşarı (mason) Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Cami'sinin avlusunda büyük bir iftar yemeği verdi. Korur'un imzasıyla davetlilere gönderilen iftar çağrıları, 2 Mart 1959 değil, 2 Ramazan 1378 tarihini taşıyordu.
05 Mart 1959: Türkiye ile ABD arasında ikili bir askeri bir antlaşma imzalandı. ABD'nin diğer Bağdat Paktı ülkeleriyle de imzaladığı bu ikili antlaşmaya göre, bu ülkelere doğrudan ya da dolaylı bir saldırı söz konusu olduğunda, ABD ülkenin isteği üzerine gerektiğinde silahlı kuvvetlere de başvurarak yardımda bulunacaktı. Bu maddede yer alan 'dolaylı saldırı' kavramının, Irak'ta yaşanmış olan darbe benzeri bir tehditle karşılaşıldığında ABD'nin mevcut iktidarın yardımına koşacağı anlamına geldiği yorumu yapıldı. Çünkü NATO antlaşması çerçevesinde,  ABD'nin bir 'dış saldırı' konusunda zaten yardım taahhüdü bulunmaktaydı.
11 Mart 1959: Vatan gazetesinden alıntıladığı bir yazıdan dolayı, Ulus gazetesi Yazı işleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl 4 ay hapse, 4 000 lira ağır para cezasına mahküm edildi. Ayrıca Ulus gazetesi1 ay süreyle kapatıldı.
12 Mart 1959: Haber gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Vedat Refiioğlu'na usulsüz tekzip yayımlamaktan 12 gün hapis cezası verildi.
13 Mart 1959: Amerikalı gazeteci Pulliam'ın Türkiye hakkında yazdığı bir yazıyı Ulus gazetesinde yayımladığı gerekçesiyle gazetenin yazı işleri müdürü Erman'a 16 ay hapis cezası verildi; Ulus bir ay kapatıldı.
20 Mart 1959: Akis Dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ademhan 12 ay hapis cezasına mahkum edildi. Dergi bir ay süreyle kapatıldı.
23 Mart 1959: Ankara'da yayınlanan Öncü gazetesi süresiz olarak kapatıldı.
26 Mart 1959: Akhisar'da çıkan İbret gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Mustafa Deral, yayım yoluyla hakaretten 10 ay hapis cezasına hüküm giydi.
15 Nisan 1959: Başbakan Menderes bindiği Giresun ve refakatindeki Gelibolu muhripleri ile İspanya'ya gitti. Bu, bir örneği daha önce ve daha sonra hiç görülmemiş pahalı bir görgüsüzlük örneği olarak tarihe geçti.
25 Nisan 1959: CHP'li Kemal Satır'ın yaptığı konuşmayı yayımladığı için Ulus gazetesi yazı işleri müdürü  Beyhan Cenkçi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
29 Nisan 1959: Tekzipleri usulüne uygun yayınlamadıkları için, Demokrat İzmir gazetesi yazı işleri müdürü Şeref Balçık 14 gün, İstanbul Havadis gazetesi yazı işleri müdürü Hamdi Tezkan 12 gün hapis cezası aldı.
30 Nisan 1959:  İsmet İnönü'nün Uşak gezisinde olaylar çıktı. İnönü'nün Kurtuluş Savaşı'nda karargâh olarak kullandığı evi ziyaret etmesi, Uşak Valisi tarafından önlenmek istendi. Valinin bu yasadışı buyruğunu kabul etmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı aynı gün görevden alındılar. Polis, halkı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandı. Akşam Uşak iline civardan DP'li partizanlar getirildi.
01 Mayıs 1959: Uşak'tan ayrılmak üzere tren istasyonuna gitmekte olan İnönü'nün arabası önü kesilerek durduruldu. İnönü arabadan inip, yaya olarak istasyona giderken arkasından başına taş atıldı, İnönü başından kan akarak trene ulaştı ve İzmir'e gitti. İzmir'de CHP'nin yapmak istediği toplantı engellendi. DP'li partizanlar, Demokrat İzmir Gazetesi'ni bastılar, matbaa makinelerini parçaladılar.
02 Mayıs 1959: İzmir'de CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri İsmet İnönü'yü karşılamaya gelenleri jandarma dağıttı; 10 kişi yaralandı; olaya yayım yasağı kondu. (Gençlere bu yayın yasağının pratik yansımalarını aktaralım. Muhalif gazeteler yayını yasaklanmış haberlerin yerleri gazetelerde boş bırakırlar, bu nedenle belirli yerleri boş / bembeyaz gazeteler çıkardı).
04 Mayıs 1959: CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün arabası İstanbul Topkapı'da Trafik Müdürü tarafından durduruldu. Çevrede organize olarak toplanmış ve içirilmiş zorbalar tarafından araba sarıldı. Bir binbaşının olaya müdahale edip askerlere emir vermesi sonucu İnönü son dakikada linç edilmekten kurtuldu. Olaya yayım yasağı kondu. Aynı gün Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri protesto amacıyla Meclis oturumuna katılmadılar.
11 Mayıs 1959: Bursa'da yayımlanan Yeni Ant gazetesinden Derviş Sami Taşman ve Fethi Taşman da 1 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldılar.
20 Mayıs 1959: Vatan gazetesi yazarlarından Sadun Tanju, saldırıya uğradı.
27 Mayıs 1959: Ankara'da yayımlanan Zafer ve Yenigün gazeteleri ve Ulus gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı. Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman, Bülent Ecevit'in bir yazısı nedeniyle 10 ay hapis cezası aldı.
03 Haziran 1959: Polis Zonguldak Maden İşçileri Kongresini dağıttı.
03 Haziran 1959: İzmir Demokrat gazetesi 1 ay kapatıldı. Gazeteci Adnan Düvenci ve Şeref Bakşık 16'şar ay hapis cezasına çarptırıldılar.
24 Haziran 1959: Doğan Avcıoğlu'nun İran Şahı Rıza Pehlevi'ye ilişkin yazısı nedeniyle Akis dergisi hakkında dava açıldı.
08 Temmuz 1959: Ulus gazetesinden Oktay Verel ve yazı işleri müdürü Beyhan Cenkçi birer buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
13 Temmuz 1959: Trabzon'da bir Amerikan üssü kuruldu.
29 Temmuz 1959: İstanbul'da 3, Nazilli'de 1 gazeteci hapse mahkum edildi.
31 Temmuz 1959: Türkiye (sonradan AB'ye dönüşecek olan) Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) üyelik için resmen başvurdu.
19 Eylül 1959: İncelemelerde bulunmak için Çanakkaleye gelen CHP milletvekilleri İbrahim Saffet Omay ve Daniş Yurdakul'u taşıyan geminin limana yanaşması DP'liler tarafından engellendi ve İmroz'da indirildiler.  Gece bir motorla  gizlice İmroz'dan Çanakkale' ye geçen iki milletvekilinin gerek Geyikli'ye gelişlerinde gerekse döndükleri zaman İstanbul rıhtımında karşılanışlarında DP'li grupların saldırıları çatışma yarattı.. 
07 Kasım 1959: CMP lideri Osman Bölükbaşı 10 ay hapse mahkum oldu.
16 Aralık 1959: Vatan Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı.
1960:
(1960 yılının 23 Ekim günü yapılacak olan nüfus sayımı ile cumhuriyet dönemimizde okur-yazar oranının yalnızca Demokrat Parti iktidarının 1995-1960 döneminde gerilediği, 1955'te % 41 iken 1960'da % 39,5 e düştüğü görülecektir).
01 Ocak 1960: Lüks otomobiliyle bir süredir yurt gezilerini sürdürmekte olan Said-i Nursi İstanbul'a geldi.
05 Ocak 1960: Mersin'e gitmekte olan Menderes'in önüne Tarsus'ta elinde kasap bıçağı olan Ali Bayat adlı bir şahıs çıktı ve bacaklarının arasına sıkıştırmış olduğu beş yaşındaki çocuğu göstererek 'uçak kazasından kurtulduğunuz için oğlumu size kurban edeceğim' dedi, son anda engellendi.
05 Ocak 1960: Kim dergisi sorumlu yazı işleri müdürü Şahap Balcıoğlu Amerikalı gazeteci Eugene Pulliam'ın Türkiye hakkında yazdığı yazıyı yayımlamak suçundan yediği16 aylık cezasını çekmek üzere cezaevine girdi.
Ocak 1960: Said-i Nursî'nin doğu illeri valilerine yazdığı bir mektup CHP'liler tarafından ele geçirilince basında yer aldı. Said-i Kürdî mektupta şunları söylemekteydi: 'Şark bölgesinde komünistliği 60 bin Nursî sayesinde önlemekteyim. Bu 60 bin talebenin içinde bir iki ahlaksız da çıkabilir. Bunları kitlemize mal etmek doğru değildir. Bu yüzden bölgenizde risale-i Nurlar toplattırılmamalıdır. Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları Demokrat Parti cephesinde topladığımız malumunuzdur. Şimdi de dağıttığımız bu Risale-i Nurlarla komünizmle ve masonlukla savaşacağız. Müslüman Demokratların göstereceği yardıma güveniyorum. Bundan ötürü birkaç defa Ankara'ya gittim,Müslüman vekillerle görüştüm.. Bilhassa başvekil sayın Adnan Bey ve (Milli Eğitim Vekili)Tevfik ileri ve sayın (İçişleri Vekili) Namık Gedik'ten  bu neticeyi tayin ettim'. Saidi Nursî'
25 Şubat 1960: (Mehmet Barlas'ın babası) CHP'li  Cemil Sait Barlas, 10 ay hapse mahkum oldu.
26 Şubat 1960: Hükümet, İnönü'nün diğer birkaç milletvekili ile birlikte siyasî faaliyetleri nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi.
07 Mart 1960: Gazeteci Ahmet Emin Yalman, 15 ay 16 günlük mahkumiyetini çekmek üzere cezaevine girdi.
 02 Nisan 1960:  Partisinin il kongresine gitmekte olan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün bulunduğu tren, Kayseri'ye 32 km kala valinin emriyle askerî birlikler tarafından önü kesilerek durduruldu. Saatlerce süren bir sinir mücadelesini kazanan İnönü, Kayseri'de büyük bir kalabalık tarafından karşılandı.
03 Nisan 1960: Ankara'ya dönüş yolunda Yeşilhisar'a uğramak isteyen İnönü'nün otomobili İncesu köprüsü üzerinde askeri kamyonlar ve askerlerin oluşturduğu barikatlarla kesildi. Saatler süren tartışmalardan sonra İnönü barikatları yürüyerek yardı ve geçti.
05 Nisan 1960: CHP Meclis Grubu, yayınladığı bildiriyle, son olaylar üzerinde durarak, yurdun selameti bakımından seçimlerin bir an önce yapılmasını istedi.
07 Nisan 1960 : Başbakan Menderes Parti Grubunda konuştu: "Memleket bugün kabili idare olmaktan çıkmıştır. İşler çoktan laçka olmuştur. Adliye işlemez hale gelmiş, idare aciz düşmüştür..."
07 Nisan 1960: CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün Kayseri gezisinde karşılaştığı engellemeler ve bunlara alet edilmeleri nedeniyle bazı subaylar ordudan istifa etti. İstifa eden subaylar tutuklanarak cezaevine konuldular.
12 Nisan 1960: DP Grubu yayımladığı bildiri ile CHP'yi "silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla", bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçladı ve üç ayda işini bitirecek bir Tahkikat (Soruşturma) Komisyonunun kurulması yönünde kararın alındığını açıklıyordu.
18 Nisan 1960: DP Bursa Milletvekili Mazlum Kayalar ve Denizli Milletvekili Baha Akşit'in, 'CHP'nin yıkıcı, gayri meşru ve kanun dışı faaliyetlerinin memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetlerinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tespit ve memleketin her tarafında yagın bir halde görülen kanun dışı siyasi faaliyetlerin muhtelif sebeplerine intikal etmek, matbuat meseleleriyle adli ve idari mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte olduğunu tetkik eylemek üzere Meclis tahkikatı açılmasını isteyen önergeleri' kabul edildi. Önergenin görüşülmesi esnasında Mecliste sert tartışmalar yaşandı. İnönü: " Biz demokratik rejimi kurduk. Bu demokratik rejimi, istikametinden ayırıp baskı rejimi haline getirmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam..." dedi.
27 Nisan 1960: Meclis bünyesinde kurulan 15 üyeli Tahkikat Komisyonuna ek yetkiler veren kanun, uzun ve çetin tartışmalardan sonra kabul edildi. 12 CHP Milletvekili 3-6 , İnönü ise 12 oturum Meclis'ten çıkarılma cezası aldı. İnönü'nün konuşmasının tutanaklardan silinmesi kararı alındı. Oturumdan çıkarılma cezası alan CHP milletvekilleri direnince genel kurul salonundan polis zoruyla çıkarıldılar. Komisyonun ilk icraatı, ülkedeki tüm siyasal etkinliklerin ve Meclis görüşmelerinin yayınlanmasını yasaklamak oldu.
Kurulan komisyon; sivil ve askerî savcılarla yargıçların tüm yetkilerine sahip olacak, istediği ev ve kuruluşu basabilecek, öngördüğü evrak, belge ve eşyalara el koyabilecek, gazeteleri toplatabilecek ve matbaalarıyla birlikte kapatabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelmenin veya savsaklamanın cezası üç yıla kadar hapis olacaktı.
DP'nin yargı yetkisini özel bir heyete veren bu kararı açık bir anayasa ihlaliydi ve iktidardan düşüp yargılandıklarında sorumlu tutuldukları en ağır suçu oluşturdu.
28 Nisan 1960: TBMM görüşmelerini haber yapmaya kalkışan tüm gazeteler toplatıldı.
28 Nisan 1960: İstanbul Üniversitesi öğrencileri, üniversite merkez binasında hükümet aleyhine gösteri yaptı. Güvenlik güçleri, gösterilere müdahale etti. Güvenlik güçlerinin üniversiteden ayrılmasını isteyen rektör Sıddık Sami Onar, tartaklanarak Emniyet Müdürlüğü' ne götürüldü. Polis çaresiz kaldı, ordu birlikleri çağrıldı. Gösterilerde, Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis ateşi sonucu vurularak öldü, 40 kişi yaralandı. Üniversiteden çıkıp Sirkeci'ye kadar ilerleyen gençlerin karşı tarafa geçmemesi için köprüler açılarak geçiş kesildi. Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi.
29 Nisan 1960: Ankara'da Siyasal Bilgiler ile Hukuk Fakültesi öğrencileri de eyleme geçtiler. İstanbulda'ki eylemler de sürdü. Ankara ve İstanbul üniversiteleri 1 ay süreyle kapatıldı.
30 Nisan 1960:  Gençlerin protesto eylemleri sırasında tank üzerinden düşen Nedim Özpulat adlı genç öldü. İstanbul'da bir gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ali Ulvi'nin karikatürü nedeniyle Cumhuriyet gazetesi 10 gün süreyle kapatıldı.
02 Mayıs 1960: NATO Bakanlar Konseyi İstanbul'da toplandı. Protesto gösterileri yapıldı.
03 Mayıs 1960: Emekli olmak üzere izne ayrılan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, yazılı olarak hükümeti uyarmak istedi. Bu mektup ihtilalden sonra açıklanmıştır. (Mektup EK ' 4'te yer almaktadır).
04 Mayıs 1960: Yeni Sabah gazetesi 10 gün süreyle kapatıldı. Demokrat İzmir gazetesinden 16 kişi mahkum oldu.
05 Mayıs 1950: Demokrat Partililer hükümete destek için Ankara Kızılay'da bir gösteri düzenlemeye karar verdiler. İktidara karşı gençler de aynı gün, aynı saat, aynı yerde gösteri yaptılar. ( Gençlerin bu eylemi yapabilmek için 'fısıltı gazetesi' denilen yöntemle haberleşmede kullandıkları 555 K, yani 'beşinci ayın beşinde, saat beşte, Kızılay'da' parolası siyasî tarihe geçmiştir). Dolayısıyla DP'nin gösteri planı geri tepmiş oldu ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve başbakan Adnan Menderes alanda protestolarla karşılandı.
06 Mayıs 1950: 555K gösterilerinin fotoğraflarını ve haberini yayımladığı gerekçesiyle Zafer gazetesi 1 hafta kapatıldı.
06 Mayıs 1950: Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel görevinden izinli olarak ayrıldı.
09 Mayıs 1960: Hür Adam gazetesi 10 hafta kapatıldı.
16 Mayıs 1960: Milli Eğitim Bakanlığı 19 Mayıs gösterilerini yasakladığını açıkladı.
18 Mayıs 1960: Akşam gazetesi 20 gün süreyle kapatıldı.
21 Mayıs 1960: Harp Okulu öğrencileri Ankara'da, hükümet aleyhinde sessiz bir yürüyüş yaptılar. Önlem olarak Harp Okulu öğrencileri tatile gönderildiler.
22 Mayıs 1960: Haberleşmeye sansür koyan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, beş kişinin bir araya gelerek dolaşmasını yasakladı.
25 Mayıs 1960: Meclis, 20 Haziran 1960 tarihine kadar tatil edildi. Bugünkü birleşimdeki konuşmaların yayınlanması yasaklandı.
27 Mayıs 1960: 27 MAYIS İHTİLALİ...
Türk Silahlı Kuvvetleri idareyi ele aldı. Meclis feshedildi. Yeni anayasa ve demokratik müesseselerin kurulması hazırlığına başlanıldı.
28 Mayıs 1960: Cumhurbaşkanı Celal Bayar istifa etti. Tarafsız kişilerden (3 asker, 14 sivilden) oluşan bir hükümet kurulduğu duyuruldu.
29 Mayıs 1960: DP İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, tutuklu bulunduğu Harp Okulu'nda pencereden atlayarak intihar etti. Gözaltına alınmış olan 150 kişi Yassıada'ya getirildi.
EK: 1, DP'NİN VE 27 MAYIS'IN ÖZET BİR DEĞERLENDİRMESİ:
DP'nin belleklerde kalmış olan güçlü ve başarılı yönü ekonomik kalkınmada büyük bir canlılık ve heyecan yaratabilmesiydi. Bu yönden kusuru ise, kalkınmayı plansız yapması ve Maliye'yi iflasa sürüklemesi oldu. 27 Mayıs darbesine yol açan etkenlerden biri de herhalde budur. DP'nin öbür olumsuzluklarından bazılarını da şöyle belirtmek gerekir: 'Çoğulculuğu, yani azınlığın / muhalefetin haklarını kabul etmeyen, muhalefeti vatan hainliği ile eşdeğer gören, sonuçta da zulme varan baskılara dayalı  ilkel bir demokrasi anlayışı, 'Anadolu aydınlanmasında büyük önemi olan Halkevleri ve Halkodaları ile Köy Enstitülerinin kapatılmasında göze çarpan bir kültür yıkıcılığı ve eğitim düşmanlığı;'CHP'nin din konusunda vermeye başlamış olduğu ödünlerin ivme kazandırılarak çok ileriye götürülmesi, din istismarının önemli bir politik silah haline getirilmesi, günümüzde sıkıntısı çok çekilen sapık tarikat örgütlenmelerinin önünün açılıp güçlendirilmesi, 'Atatürkçü dış politikanın tümüyle terk edilmesi, özellikle ABD'nin telkin ve kotarması sonucu bazı paktlara girilmesi,  ulusal kurtuluş savaşı veren Kuzey Afrika ülkeleri (Tunus, Fas, Cezayir) ne karşı sömürgeci devletlerin desteklenmesi, Süveyş Kanalı'nı millileştiren Nasır'a karşı İngiltere'nin yanında yer alınması, özetle Batı'nın dümen suyuna girilmesi.'Yabancı Sermaye'nin özendirilmesi için, kapitülasyon koşullarına benzeyen, "Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu" ve "Petrol Kanunu" çıkarılması, ‘(Cumhuriyetin ilk 27 yılının iki katından daha fazlasını on yıla sığdıracak şekilde) yoğun bir biçimde dış borç alınması, popülist politikalar sonucunda ekonominin sarsılması, 50'li yılların ortasından itibaren piyasada mal ve hammadde sıkıntısı çekilmesi, karaborsa yaşanması, sonuçta maliyenin iflası ve nihayet 1958 yılında dış borçlar ödenemez duruma geldiği için Cumhuriyet tarihinin en yüksek oranlı.
EK: 2, 1950–1954 YILLARI ARASINDA HEM MASON HEM DE MÜRTECİ VE (DE) HAİN MENDERES OY TOPLAMAK İÇİN NELER YAPMIŞ.
NOT: Sürekli tek yanlı yayın yaptığımız düşüncesinde/iddiasında olanlara duyurulur. Sayın Mehmet Arif Demirer'in paylaşımını sunuyorum. Ahmet Dursun
MEHMET ARİF DEMİRER’İN DEĞERLENDİRME NOTU:
1950 Yılı6   Haziran Anıtkabir inşaatının hızlanmasını ve 10 Kasım 1953 tarihine kadar  tamamlanmasının emrini vermiş.
16 Haziran  DP oyları ile Ezan’ın Türkçeden başka bir dilde okunmasına ilişkin yasa maddesini iptalini sağlamış,  CHP “karşı çıkmamış” genellikle bu olay, “Menedres ezanı Arapçaya çevirtti” olarak bilinir.CHP’nin oyları ise göz ardı edilir.
1951 Yılı19 Nisan 2. Dönem (Cumhuriyeti ilan eden Meclis) milletvekillerinden Eyüp  Sabri Hayırlıoğlu’nu Diyatnet İşleri Başkanlığına atamış.
25 Temmuz  ATATÜRK devrimlerini korumayı,  ATATÜRK heykel ve anıtlarına yapılan saldırıların önüne geçmeyi amaçlayan ATATÜRK Kanunu TBMM’de onaylatmış.
1952 Yılı 3 Mart  İslam Demokrat Partisi’nin kapatılmasını sağlamış, Genel Başkan Cevat Rifat Atilhan hakkında soruşturma başlatmış, 1953 Yılı 22 Ocak   Cumhuriyet Devrimleri ve Atatürk karşıtı propaganda ve eylemleriyle tanınan Türkiye Milliyetçiler Derneği’ni kapattırmış,  Genel Başkanı Sait Bilgiç ile yöneticisi Tahsin Tola’yı  (her ikisi de DP milletvekili) Demokrat Parti’den ihraç etmiş 23 Ocak  Cevat Rifat Atilhan’ı tutuklattırmış, 08 Temmuz  İrticai faaliyetleri nedeniyle Millet Partisi’nin faaliyetlerini durdurtmuştur. Partinin kapatılması 27 Ocak 1954.
Mehmet Arif Demirer, devamla:
10 Kasım Atatürk’ün inşaatı tamamlanan Anıtkabir’de vatan toprağına kavuşmasını sağlamış mürteci Menderes.
15 Aralık  CHP’nin taşınmazlarına el koymuş ve Hazine’ye devrini  sağlamış–bunların çok  partili dönem öncesi devlet parası ile sağlandığı gerekçesi ile.
1954 Yılı 2 Mayıs  Bunca irticai eylemlerinden sonra yapılan genel seçimlerde mürteci Menderes Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerinde % 53.6 olan oyunun % 56.6’ya çıkmasını sağlamış.
Artış: % 3 !
Bütün bunları yapmış olan Menderes’in irticai faaliyetleri 2 Mayıs 1954’den sonra azalmış olmalı ki, 1957 seçimlerinde DP’nin oyları % 47.3’ye düşmüş.
25 Mayıs 1960 günü erken seçimlere gideceğini açıklayan Menderes’i 27 Mayıs’ta deviren,17 Eylül 1961 günü de asan Milli Birlik Komitesi, 30 Temmuz 1960 günü Resmi Gazete’de yayımladıkları bildiride ezanın Türkçe okutulması yönünde bir zorunluluk getirmeyeceklerine dair açıklama yapmış. Onlar Atatürkçü, Menderes ise mürteci ve hain. Karşıdevrimci!
Mehmet Arif Demirer, 4 Ocak 2007
NOT: Bu analizde Menderes’in yatırımlarından, dış politikasından filan bahsetmedim. Sadece irticai faaliyetleri ile sınırlı kaldım. Türk milleti de aptal olduğu için T.C. siyasi tarihinin en yüksek oyunu vermiş Menderes’e 2.5.1954 günü ! Aynı oyu 1965’de AP+YTP’ye de verdi.
            EK: 3, SİYASİ DÖNEMLERE HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME:
1.      CHP Dönemi:
4 Şubat 1949: İki "meczup" Meclis'te ezan okuyor.
15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığınca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
2. DP Dönemi:
29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece "Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız" diyerek irticaya ilk işareti veriyor.
16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece uran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953: Köy Enstitüleri, İlk öğretmen Okulları'na dönüştürüldü.
1953: Yasa değişikliği ile "siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç" sayılmaya başladı.
1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955'te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor:   "Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz."
1956'da Menderes, Konya'da halka hitap ederken "ortaokullara din dersleri konulacağını" açıklıyor.
13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
1957'de Başbakan Menderes, Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor: "Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir kâbe yapacağız."
14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği'ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka yaptığı açıklamada Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500'üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul'a davet edileceğini" söylüyor.
1957-1958: Liselere seçmeli din dersi kondu.
1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
2.      AP Dönemi:
26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip okullarını itirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır."
17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967: İzmir'de İslam Enstitüsü'nün temelleri Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.
1967 Aralık: Meclis'te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.
21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır" diyor.
19 Şubat 1969:   Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizmin maşası İslamcı yazar, ABD' nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim kabemiz, cihada hazır olun" sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar" olarak geçmesini sağlamıştır.
1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin "kır atlı Kur'an" dağıttığı haberleri basına yansıyor.
4. CHP-MSP/Milliyetci Cephe Dönemleri:
26 Ocak 1973: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor. (CHP- MSP Koaliyonu kuruluyor)
1974-1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş 'ta meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı... . Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara "Allah için savaşa, Müslüman Türkiye" sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları Söylemişti: "Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz"
12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor: "Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kur'an dersi konulmalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?"
4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken başbakan Demirel "Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın!" diyerek "solun kalesi" diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.
22 Temmuz 1980: DİSK başkanı Kemal Türker'in öldürülmesi.
7 Eylül 1980: MSP'nin Konya'da düzenlediği Kudüs mitinginde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu: "Dinsiz devlet yıkılacak elbet... Şeriat gelecek... Laiklik dinsizliktir. Anayasa Kuran... Ya şeriat ya ölüm... Cihada hazırız..."
5. 12 Eylül 1980 Faşizmi:
Amerika'nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların "bizim çocuklar" dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı
topyekün bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi... Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada "Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz" diyordu.(ERGÜN POYRAZIN-MUSANIN AKP' Sİ ADLI KİTABI-SAYFA:71)
MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERDEN DİNLEYELİM;
"O ARA BAŞBAKAN MASON BÜLENT ULUSU. İSLAM KONFERANSINDA TÜRKİYEYİ TEMSİLEN, BİZ İSLAM ORTAK PAZARI İSTİYORUZ DİYOR., GENE AYNI KONFERANSTA,İSLAM ÜLKELERİNİN ALDIĞI BİR KARARA KATILARAK, BİZİM KANUNLARIMIZIN DA, KURAN HÜKÜMLERİNE UYGUN HALE  GETİRİLMESİNE DAİR BİR ANLAŞMAYI İMZALAMIŞ. BU BELGE HAKKINDA BİLGİ VE BELGE GEÇMİŞTİ ELİMİZE. HALBUKİ BİZLER  BÖYLE OLMASINI İSTEDİĞİMİZ İÇİN YARGILANIYORDUK ." (ZİRA BU VAAT ŞERİAT HÜKÜMLERİ NİN KABULU OLUYORDU.)
"Gerçekte," der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasa yapıcı yoktur ki, Tanrı'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi." Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur."[2]
Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak
hazırlandı.
12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya'ya kadar tırmanması sağlandı.
Nitekim Özal'ın, "12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik" biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.
Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek şunları söylemiştir: "Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok. ...Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran
kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur. ...Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır."[3]
1989: TCK'nın Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.
4 Eylül 1990: Turan Dursun'un öldürülmesi.
6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.
24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, "İmam-Subay" başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993: Sıvas'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri' nin 3. gününde, yobazlar ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli'ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı:
"Zafer İslam'ın... Cuumhuriyet Sıvas'ta kuruldu, Sıvas'ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek... Kahrolsun laiklik..."
27 Mart 1994: Yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul'daki anakent belediyelerinin tüm olanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan,  "Refah iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız
mı? 60 milyon buna karar verecek" diyordu.
5 Nisan 1994 : Tarihli kararlarını ilan ederken Tansu Çiller,"son sosyalist devleti de yıktık" sözleriyle Kemalizmin sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
10 KAsım 1994: Anıtkabir'de Atatürk'e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, "Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kur'ana davet ediyorum." diye slogan attı.
1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek."diyordu.
1997: Şevket Yılmaz , "Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?" Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!" Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, "Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin." Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." diyorlardı. Ve Nihayet Şubat 1997... Özal'ın halefi olan Başabakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutun'da verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı. Laiklikliğin tanımı bile değiştirilerek, "laiklik, din özgürlüğüdür"; "din ise birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı. Eğitim yoluyla bu ülkede, "iktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma götürürüz" diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri taktirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiçbir kuşkumuz kalmadı.
21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesi.
18 Aralık 2002: Prof Dr. Necib Hablemitoğlu' nun öldürülmesi.
(Devamını çok daha ayrıntılı olarak hazırlamaktayız)
6. AKP'nin  İKTİDARA GETİRİLMESİ:
ÖZELLEŞTİRMELER, BORÇLARIN İKİYE KATLANMASI;
PKK terörünün azması ve...
NETİCE:
Yukarda farklı kaynaklardan özenle toplanarak bilgilerinize sunulan metinlerde, (eğer dikkat eder ve aslını araştırırsanız) çok derin çelişkilerle, önyargılar, kasta mahsus seçimler ve de özellikle şu an hükümet eden siyasal parti aleyhine kullanılabilecek pek çok malzeme, fitne unsuru ve argüman cımbızla seçilerek çıkartılarak sözde bilimsel bir kronoloji süsü verilerek kamuoyuna sunulmuştur.
Bu çalışmayı, (kendilerine ulaştığı halde) gün be gün takip ederek dikkate almayan, önemseyip okumayan, incelemeyen ve ciddi değerlendirme yapmayan kimse emin olun ki çok büyük zarardadır. Hatta gaflet içinde ve belki de ‘hiç farkında olmaksızın’ dalalet üzeredir.
Oysa milli tarih şuuru, daima ayık-uyanık ve kendinde olmayı zorunlu kılar.
Millet, (halk-avam) pek çok şeyin farkında olmayabilir.
Aslında herkesin her şeyin farkında ve bilincinde olması da beklenemez.
Farkında olması, bilmesi ve milleti aydınlatması, bunun yası sıra (bilgi sahibi için asli görev olan) ‘devleti ‘yönetimi’ denetleme’ sorumluğunu yerine getirme vazifesi asli unsur (Müslümanlar) içinden yetişen kanaat önderlerine aittir. Bu gün sözde bu görevi ‘aydınlar’ diye tanımlanan veya kendilerini böylece açıklayıp açıklayan bir topluluğun yerine getirdiği iddia olunmaktadır. Ki, bu iddia asılsız, mesnetsiz, yalan, iftira ve uydurmadır.
İşte, ibret için dikkatlerinize sunulan bu çalışma, bahse konu mezkür sözde aydılar (!) tarafından derlenmiş ve düzenlenmiştir. Bu açıdan bakıldığında açıkça görülecektir ki bunlar; Türk veya Müslüman aydını falan da değildirler. Zaten, ilhamını karanlıklardan alan bir güruh asla aydın lâfzı ile tanımlanamaz. Her ne kadar eski bir kelime olarak telakki edilse bile, halkı hakkıyla ve lâyıkıyla aydınlatanların anılma biçimi: Münevver ve Kanaat Önderidir.
Zira O’nlar bütün hakikatleri asıl kaynağından bilir. Her şeyden önemlisi bu kanaat önderleri ve münevverler namuslu, ilkeli-onurlu ve sorumlu kimselerdir. Mutlaka İslâm’ı arı duru, kalbi ihlâs ve samimiyetle yaşarlar. Aralarından yalan söyleyen, emanete hıyanet eden ve sözünde durmayan; Hırsızlık-yolsuzluk, haram ve soysuzlukla malul kimse yoktur. Kanaat Önderleri halk ve hak adına meseleleri derinden araştırır, mukayese ile analiz eder ve günün gerçeklerini dosdoğru ortaya koyar; Vardıkları sonuçları cesaret ve faziletle açıklar, icabında hak ve hakikatin mücadelesini vermekten asla çekinmez ve kaçınmazlar.
Onların yaşamları da inançları gibi dosdoğru, arı-duru saf ve temizdir.
Şimdi okuyanlardan ve bilinçle işbu kronolojiyi inceleyenlerden bir isteğimiz var.
GELİN !... Millet olarak bir lâhza gerçeğe konsantre olalım...
Babalarımızın-dedelerimizin anlattıklarından, bizatihi yaşadıklarından işe başlayıp, her tür bilgi, belge, kaynak-kitap ve hatırata ulaşmaya çalışalım. Namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu ve demokrat vatandaşlar olarak, hayatımızda ilk kez ‘bu devlet, bu toprak, bu bayrak BENİM’ zihniyetiyle meseleleri sahiplenelim.
Alenen oynanan oyunlara ve olup-bitenlere taraf tayin edelim kendimizi.
Yıllardır beyinlerimizi, ilim-fikir, düşünce ve kanaatlerimizi alçakça iğfal eden; İlim, ahlak ve gerçek dışı telkinler, yaşam biçimimize yönelik “köy, mahalle ve sokak baskısı” gibi tehditler, milli devlet ile milli menfaatler dışı üretilip ‘halka rağmen’ uygulanan politikalara karşı fert ve millet bağlamında direnç oluşturalım.
Özellikle bu örnekte görüldüğü gibi: Tarih, Dil ve Din şuurumuza yönelik baskı, telkin ve beyin yıkamalarına (psikolojik savaş, dezenformasyon ve provokasyonlara) karşı insanlık ve yurttaşlık görevlerimizi “lütfen artık” yapalım.
RİCA: İşlenen konuyla ilgili bilgi, belge, yorum, katkı ve değerli önerilerinizi: (gercek.demokrat@hotmail.com) mail adresine bekliyoruz. 

21 Mayıs 2012 Pazartesi

1950 - 1960

MENDERES DÖNEMİ (1950-1960)
Demokrasinin Gelişimi / Ekonomik Büyüme / Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Politikalar
M. Serhan Yücel

1
Özet : 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde ilki 1925’te, ikincisi 1930 yılında iki kez çok partili siyasi hayata geçiş adımı atılmış, ancak ikisinden de sonuç alınamamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni dünya düzeni Türkiye’de de rejim değişikliğini zorunlu kılmış ve çok partili siyasal hayat başlamıştır. Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün son başbakanı, liberal ekonomi yanlısı Celal Bayar ve üç arkadaşı tarafından kurulan Demokrat Parti, benzeri görülmemiş biçimde halkı peşinden sürüklemiş ve 1950 yılında 27 yıllık tek parti iktidarına seçimle son vermiştir. “Beyaz ihtilal” olarak adlandırılan bu seçimden sonra girdiği bütün seçimleri kazanan Demokrat Parti, 1960 yılında yapılan bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmış, parti genel başkanı ve Başbakan Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir. DP iktidarı döneminde siyaset, seçkinler uğraşı olmaktan çıkarak, geniş halk kitlelerine ulaşmış, böylelikle Türk siyasi kültürüne olumlu etkide bulunulurken, bürokratik-baskıcı devlet geleneğinin yumuşaması ve milli bir ticaret-sanayi burjuvazisinin doğması sağlanmıştır. Tarım reformu, barajlar ve hidroelektrik santraller, eğitim ve ulaşım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının sonucu olarak siyasi yapının katı kalıpları yıkılmış ve Türkiye, tarihinin en önemli değişimini yaşamıştır.
Anahtar Kelimeler : Siyasal Tarih, Siyasal Partiler, Demokrat Parti, Adnan Menderes.
2
A- Siyasal Tarih 1950-1960:
1- Çok Partili Hayata Geçiş :
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, 1932 yılından 1938’de ölümüne kadar, bir gün patlak vereceğini söyleyegeldiği İkinci Dünya Savaşı’nın ne kadar geniş ve şiddetli olacağını şüphesiz biliyordu. Buna rağmen sanayileşmenin ve kalkınmanın mutlaka savaş bitmeden gerçekleştirilmesinde ısrar etmişti. Atatürk, Başbakanı Celal Bayar’a 18 Eylül 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda ölüm döşeğinde, adeta vasiyet edercesine şunları söylemişti:
“Bana bak Çocuk, vaktimiz daraldı. Beklenen dünya harbi yakında patlak verecek. Bu harbin galibi hangi taraf olursa olsun bizim sanayileşmemizi ve iktisaden kalkınmamızı asla istemezler. Onlar, bizi, kendi sanayilerine hammadde yetiştiren geri ve fakir bir tarım ülkesi olarak tutmak isterler. Bu uğurda da her türlü gayreti gösterirler. Birbirleriyle de kolayca anlaşırlar. Getirdiğiniz programı hemen uygulamaya koyarak, harp bitmeden mutlaka gerçekleştirin. Para olsun veya olmasın, memleketin bütün menabii kuvvasını (kuvvet kaynaklarını) seferber ederek bu programdaki tesisleri mutlaka kurun, evvelkiler gibi çalışır hale getirin.” 1
Atatürk’ün ölümü üzerine Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, 26 Aralık 1938’de toplanan CHP kongresinde yapılan tüzük değişikliği ile “Değişmez Genel Başkan” oldu ve “Milli Şef” ilan edildi. Böylelikle İnönü, devletin kurucusu Atatürk’te bile bulunmayan bir sıfat ve yetkinin sahibi olmuştu. Her dört yılda bir, parti içinde Genel Başkanlığa aday olmasının bile kendi şahsiyet ve otoritesinin sarsıp zedeleyeceği görüşü, günümüzün demokrasi anlayışına oldukça zıt olmakla birlikte, 1938 şartlarında çok yanlış değildi: O tarihlerde
1 MİNKARİ, Ali Esen; 1950-1960 Yılları Arasında İktisadi Kalkınma ve Gelişme; Demokratlar Kulübü Yayınları: 6; Ankara –1992; Burhanettin Ulutan’ın Önsözü s. V
3
“şeflik” sistemleri dünyanın en gözde sistemleriydi. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, Sovyet Rusya’da Stalin, İspanya’da Franko otoriter rejimleriyle batı demokrasilerini tir tir titretiyorlardı. Demokrasi, dinamik değildi. Demokrasi; zafer kazanmak, toprak genişletmek için iyi bir idare değildi. Ülke içinde hızlı kalkınma, dışta da yayılmacı politikalar, ancak tek parti idarelerinin baskıcı rejimleriyle kurulabilirdi.2
Dünyada “şeflik” bu kadar revaçta iken, Türkiye’ye de bu durumun yansımaması düşünülemezdi. İnönü, 1938-1945 tarihleri arasında baskıcı rejimini en aşırı örnekleriyle sürdürdü. Bu dönem, Türkiye tarihinin acı bir devri olarak hatırlanır.
İkinci Dünya Savaşının Avrupa’daki bölümü 8 Mayıs 1945’te sona erdiğinde, diktatörlüklerin kesin yenilgisi söz konusuydu. 25 Nisan 1945’te San Fransisko Konferansı toplandı, 26 Haziran 1945 günü de Türkiye Birleşmiş Milletler Anayasasını onayladı.
II. Dünya Savaşıyla birlikte bütün devletlerin dikta rejimlerinden dili yanmıştı. Dinamik olmadığı için beğenilmeyen demokrasi savaş sonrası yeni dünyanın gözdesiydi. Bu, Türkiye için de geçerliydi. Türkiye, Milli Şef rejimini terk edip, çok partili hayata geçmek zorundaydı.
İsmet İnönü, yeni dünya tarafından dışlanırsa, iktidarını kaybedeceğini biliyordu. Öte yandan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka denemelerinden rahatsızdı. Çok partili hayata geçmek CHP’nin de sonu olabilirdi. Bu nedenle İnönü ve yakın çevresi, “Kontrol edilebilir muhalefet” yaklaşımıyla çok partili hayata yeşil ışık yakmışlardır.3
Çok partili siyasal hayat, 18 Temmuz 1945’te Milli Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla başladı. Ancak bu parti bir varlık gösteremedi. Konjonktüre uygun söylemler yine CHP içinde dillendiriliyordu: Dünya ülkelerinde demokrasi lehine gerçekleşen hızlı değişimin farkına varan CHP Milletvekillerinden Adnan Menderes ve Fuad Köprülü düşüncelerini yüksek sesle telaffuz ettiler. 7 Haziran 1945 tarihinde de Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuad Köprülü ve Adnan Menderes CHP’nin demokratikleşme ve liberalleşme hareketini başlatmasını, tarihe “Dörtlü Takrir” diye geçen önergeyle istediler. Dörtlü Takrir, Demokrat Parti’nin kurulmasına kadar gidecek süreci başlattı. Nitekim Dörtlü Takriri hazırlayanlar 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurdular. Parti, her alanda liberalizmi savunuyordu. DP, kuruluşundaki haliyle Liberal-Sol bir çizgiye oturmuştu. TBMM’den partiye katılanların sayısı dört kurucu ile birlikte 6’da kalırken Anadolu’nun her köşesinde DP’ye olağanüstü bir ilgi, olağanüstü bir kayma söz konusu oldu. CHP, karşısında böyle bir muhalefeti
2 YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti; Ülke Kitapları-10; İstanbul –2001; s 37
3AHMAD, Feroz; Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1947); Bilgi Yayınları; Ankara-1976; s.15
4
görünce şaşkına döndü. “Çığ gibi büyüyen yeni partinin gördüğü sevgi, endişe verici idi.”4
CHP, Demokrat Parti’nin daha da büyümesine engel olabilmek için genel seçimleri erkene aldı ve cumhuriyet tarihimizin ilk çok partili ve tek dereceli seçimi 21 Temmuz 1946’da yapıldı. Tarihe “hileli seçimler” olarak geçen “1946 Seçimlerini Demokratlar, mazbataları Halkçılar kazandı.”5
Hileli seçimler sonrası Demokrat Parti ülkeyi karış karış dolaşarak halkın desteğini aldı. Partililer; ilki 1947’de, ikincisi 1949’da toplanan iki Büyük Kongre ile parti ismine yakışan şekilde davrandı: Özellikle Birinci Büyük Kongrede esen demokratik hava, sabahlara kadar süren delege konuşmaları6, Celal Bayar eleştirisinden Başkanlık sistemi önerisine kadar konu zenginliği partinin iktidara hazır olduğunun sinyallerini veriyordu. 1947’den sonra DP içinden başlarını Fevzi Çakmak’ın çektiği önemli bir grup koptuysa da bu hareket tabanın desteğini alamadı. Bu arada Türkiye, Truman Doktrini ve Marshall Planı ile ABD’den ilk yardımlarını almaya başlamıştı.
2- 1950-1954 Dönemi :
DP önderlerinin dört yıl boyunca bütün yurdu gezerek yürüttükleri mücadele, iktidar mücadelesinden çok bir demokrasi mücadelesi şeklindeydi. DP’nin kurulduğu günlerde “biz şimdi Hasolarla Memoların ayağına mı gideceğiz?” diyen CHP’nin katı zihniyeti de 1946-1950 sürecinde kırıldı. O tarihlere kadar büyük şehirlerin caddelerinde dolaşmasına bile izin verilmeyen, horlanan, aşağılanan köylüler ise şimdi ayaklarına kadar gelen farklı partilere mensup politikacıları dinliyordu. Siyasilerin kendilerini beğendirme yolunda harcadıkları çabayı biraz da ironi ile karışık bir gururla seyrediyordu.7
14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlere yedi parti katıldı: CHP bütün illerde, DP Hakkari hariç bütün illerde, Millet Partisi 22 ilde, Milli Kalkınma Partisi 3 ilde, Toprak Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi, Türk Sosyal Demokrat Partisi ve İşçi Çiftçi Partisi sadece İstanbul’da seçimlere girdi.8 Seçim sonuçlarına göre DP % 53.3 oranla 408 milletvekilliğinin sahibi olurken CHP % 39.9 oranla 69 milletvekilliği kazanmıştı.
CHP’nin aldığı yüzde kırka yakın oy aslında büyük başarı idi. CHP’nin son iki yılda izlediği akıllı liberal politikalar bu başarıyı getirmişti. Eğer seçim 1948’de yapılsaydı CHP bu oyların ancak yarısını alabilirdi.9
4 FERSOY,Orhan Cemal; Bir Devre Adını Veren Başbakan: Adnan Menderes; Maytaş Yayınları; İstanbul-1971; s.120
5 FELEK, Burhan; Milliyet Gazetesi, 15 Ocak 1975
6 YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti Kongreleri, Emek Matbaası; Ankara-1997; s. 9-12
7 BURÇAK, Prof. Rıfkı Salim; Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945-1950; Olgaç Matbaası; Ankara-1979; s.203
8 YÜCEL, age s.79
9 KARPAT, Prof.Dr.Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul-1967.
5
Yeni TBMM 22 Mayıs 1950 toplanarak, TC’nin Üçüncü Cumhurbaşkanlığı’na Celal Bayar’ı, TBMM Başkanlığı’na da Refik Koraltan’ı seçti. Celal Bayar, aynı gün yemin ettikten sonra Adnan Menderes’le görüştü. Menderes’e başbakanın kimin olması gerektiğini soran Bayar, Menderes’ten Fuad Köprülü cevabını aldı. Menderes parti başkanlığı ile başbakanlığın ayrılması gerektiğini, parti başkanlığı için parti içinde Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nun adının geçtiğini, ancak uygun görülürse partiyle kendisinin ilgilenebileceğini söyledi. Ancak Bayar, Menderes’i hem Başbakan, hem de parti başkanı olarak atamaya çoktan karar vermişti. Çünkü gerek Köprülü’nün gerekse Karaosmanoğlu’nun dokularının milletle uyuşmayacağının farkındaydı. Menderes’in başbakanlığı demek Bayar’ın siyaset iplerini Çankaya’da elinde tutması anlamına geldiği gibi, milletle DP arasında güçlü bir bağ kurulması da demekti. Celal Bayar’ın, Menderes’i başbakanlığa getirmesi, kendisine de 10 yıl sürecek Çankaya Köşkü’nün kapılarını açmıştır.
Adnan Menderes’in başbakan olmasıyla on yıl sürecek Demokrat Parti dönemi başlamış oluyordu. Bu on yıllık sürede Demokrat Parti ile Menderes isimleri özdeşleşmiş, ikisinin de yükselişleri, düşüşleri ve sonları aynı olmuştur.
Menderes hükümeti iktidarının ilk ayı içinde çok önemli kararlar aldı. Öncelikle ordunun yüksek mevkilerinde değişiklikler yapıldı. Hemen sonrasında da valiler arasında geniş bir tasfiye hareketi başladı. 16 Haziran 1950’de de ezanın Arapça okunmasını yasaklayan kanun yürürlükten kaldırıldı.
Bu gelişmelere CHP ciddi bir tepki vermedi. Milli Mücadeleyi başarıyla sonuçlandıran, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamı olan, cumhuriyeti kuran, 27 yıl ülkeyi yöneten parti, henüz muhalefete alışamamıştı. Gerçi CHP’nin yayın organı durumunda olan Ulus Gazetesi’nde komutanların değişmesine ilişkin bir-iki eleştiri yazısı vardı.10 Ancak CHP’liler Arapça ezan yasağının kalkması konusu görüşülürken kanunun aleyhinde olmadılar.11 CHP’li birçok milletvekili, komutanların değişmesi ve valilerin tasfiyesini de yeni hükümetin tasarrufu olarak değerlendiriyordu.
DP iktidarı 14 Temmuz 1950 tarihinde Genel Af çıkararak CHP döneminde tıka basa dolmuş cezaevlerini boşalttı. Genel Af, DP yandaşlarınca, “yeni dönemde sosyal barışın sağlanması için atılan önemli bir adım” olarak değerlendirilirken, karşıtları “DP siyasal amaçları uğruna hırsızları, katilleri affetti” yorumunu yapıyordu.
DP iktidarının ilk aylardaki hızı 25 Temmuz 1950 günü Kore Kararı ile zirveye çıktı: Hükümet, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin talebi üzerine 4500 kişilik Türk Savaş Birliği’nin gönderilmesine karar verdi.
10ULUS Gazetesi, 5-7 Haziran 1950
11 Arapça ezan yasağının kalkmasının “irticanın hortlatılması ve Atatürk devrimlerinden sapma” olarak değerlendirilmesine 1960’lı yıllardan sonra sıkça rastlanmaktadır.
6
Kore Savaşı’na katılma kararı, Türkiye’nin DP ile yeni bir dış politika belirlediğinin bir göstergesiydi. Türkiye, cumhuriyet tarihinde ilk kez, hem de kendinden kilometrelerce uzakta, vatandaşlarının adını bile bilmediği bir ülkede savaşa giriyordu. Bu yeni dış politikaya kısa sürede sert tepkiler geldi. Millet Partisi Genel Başkanı Hikmet Bayur “Bugün Birleşik Amerika Kore’de savaşa atılmışsa bunu orada pek büyük Amerikan ideali olduğu için mi, Birleşmiş Milletler ülküsünü kurtarmak için mi yapmıştır” sözleriyle Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkıyordu. Yeni Sabah ve Ulus gibi gazeteler de “ihtiyatsızca” alınan bu kararı eleştiri bombardımanına tuttular.12 Öte yandan CHP’nin Kore Kararı’na ilişkin tavrı net değildi. Böyle bir konuda niçin kendisine danışılmadığını soruyor, ama kararı onaylayıp onaylamadığını açıklamıyordu. Kore Kararı TBMM tatilde iken alınmış olduğu için kararın TBMM’de onaylanması Kasım ayında gerçekleşebildi.
Yaz aylarının son flaş icraatı Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın kurulmasıdır. Ağustos ayının ilk günlerinde kurulan bu banka özel girişimi, özel sermayeyi teşvik etmek amacını güdecekti.13
1950’li yıllarda yerel organlara ayrı tarihlerde seçim yapıldığından, 1950 yılının Ağustos-Ekim dönemi yerel seçimlerle geçildi. Seçimlerde DP, CHP’ye karşı ezici bir üstünlük sağladı. Öyle ki, 600 belediyenin 560’ını DP’li adaylar kazandı. Başbakan Menderes seçim zaferinden sonra “Türk milleti Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti, 3 Eylül’de de muhalefetten tasfiye etti” diyecekti.14
1951 yılının başlarında hükümet, Kırşehir’deki Atatürk büstünün tahrip edilmesi olayı üzerine “inkılap ve Atatürk aleyhine işlenmekte olan suçların artma eğilimi gösterdiği” kanaatine vardı ve “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” tasarısını hazırlayarak TBMM’den geçmesini sağladı. Demokrat Partililer 1946-1950 döneminde iktidar partisi CHP’yi Atatürk’le ilgili birçok konuda eleştirmişlerdi. Öncelikle, Anıtkabir’in yapımının geciktirilerek Atatürk’ün Etnografya Müzesi’nde bekletilmesi, ayrıca para ve pullardan Atatürk’ün resminin kaldırılarak İnönü’nün resminin basılması DP’lilerin başlıca eleştiri konularındandı. DP, Atatürk Devrimlerine karşı olmakla suçlanmışsa da, uygulamada bu suçlama gerçeklerle örtüşmez.15 Özellikle Celal Bayar meşhur “Atatürk’ü sevmek milli bir ibadettir” sözüyle Atatürk hayranlığını dile getirmiştir.
12 YÜCEL, age, s.85
13 EROĞUL, age s.59. Eroğul TSYB’nin yabancı çıkarlara -özellikle Amerika’ya- memleketi açmak ve yerli burjuvaziye destek olmak amacıyla kurulduğunu ifade etmektedir.
14 CUMHURİYET Gazetesi, 5 Eylül 1950 (asıl kaynak) Alıntı yaparak kullanan: EROĞUL, Cem; Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İkinci Baskı; Ankara-1990; s.59
15 DP iktidarı döneminde para ve pullara yeniden Atatürk’ün resminin basılmasına başlanırken, 10 Kasım 1953’te de Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’e nakledildi.
7
1951 yılının Mart ayında, DP iktidarı henüz bir yılını doldurmadan, Başbakan Menderes’le Tarım Bakanı Nihat Eğriboz arasında yaşanan bir tartışma yüzünden hükümet istifa etti16, yeni hükümet yine Menderes tarafından kuruldu.17
İkinci Menderes Hükümeti de, tıpkı ilk hükümet gibi özel sektörün gelişmesi, Anadolu’da ticaret ve sanayi burjuvazisinin doğması için çaba gösterdi. Öte yandan dış politikada benimsediği yeni yolda da emin adımlarla ilerledi. NATO’ya girmek için İnönü döneminden beri nabız yoklayan Türkiye, Kore Savaşı’nın sağladığı avantajla ABD’nin desteğini aldı. Ancak, İngiltere ve Fransa’nın muhalefetini kıramıyordu. 1951 yılının Mayıs ayında İngiltere Dışişleri Bakanı Morrison tarihe “Morrison Mektubu” olarak geçen belgeyi Türk hükümetine iletti. Morrison mektupla Türkiye’nin Atlantik Paktı’na alınmasına taraftar olduğunu belirtiyor ve diğer devletler nezrinde de gerekli girişimleri yapacağını taahhüt ediyordu. Ancak İngiltere bir şart öne sürüyordu: ABD, İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında Orta Doğu’nun savunmasını sağlamak üzere başka bir savunma sisteminin kurulması.
Hükümet Morrison mektubuna verdiği cevapta, Türkiye için NATO’nun önemine değinirken, Orta Doğu için önerilen yeni savunma sistemi için de görüşmelere hazır olduğunu bildirdi.
Türkiye’nin bu tutumu, Ottowa’da yapılan Atlantik Konseyi’nde ele alındı ve 1951 yılının Eylül ayında Türkiye’nin NATO’ya alınması kabul edildi. NATO’ya giriş kararı DP ve CHP’nin oylarıyla 18 Şubat 1952 günü TBMM’de onaylandı.
Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle birlikte dış politikasının yanı sıra iç politikasında da önemli değişikliklerin olacağı aşikardı. DP iktidarı, 1952 yılının ortalarından itibaren “aşırı sağ ve sol akımlar” olarak değerlendirdiği kurumların üstüne gitmeye başladı. Türk Milliyetçiler Derneği 9 Temmuz 1953 günü, Millet Partisi de 1953 yılının Ocak ayında kapatıldı. Köy Enstitüleri, Öğretmen Okullarına dönüştürüldü. CHP’nin tek parti döneminde haksız yere edindiği mallar hazineye devredildi. Türkiye’nin NATO’ya girmesine çok sıcak bakmadığı bilinen Hava Kuvvetleri Komutanı Muzaffer Göksenin emekli edildi.
Türkiye’de iç ve dış politikada hararetli günler yaşanırken aynı zamanda ülkenin çehresi de değişiyor, karayollarına verilen önem sayesinde mübadele aracı maldan paraya dönüşüyordu! Köylerin kasabalara ya da kentlere olan bağlantısı köylünün ürününü pazarda sergilemesini sağlıyor, bu da köylünün parayla tanışması sonucunu doğuruyordu. Para, Sümerbank’tan pazen alınması, pabuç alınması, basma alınması demekti. Para, kaliteli tohum, gübre hatta traktör demekti. Para, bazı köylüler için de pavyon demekti, eğlence demekti.
16 NADİ, Nadir; Cumhuriyet Gazetesi; 11 Mart 1951. Nadi bu olayı “pire için yorgan yakmak” olarak değerlendirmiştir.
17 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 9, Cilt 6, s.28
8
Para, köylünün kenti keşfetmesi demekti. Nitekim, 1950 yılında 1 milyar lira olan para arzı, 1960 yılında 5 milyar liraya çıkmıştı.18
Demokrat Parti’nin kuruluşundan iktidara gelmesine kadar geçen dört yıllık dönemde yaptığı iki kongrenin, parti ve Türk demokrasisi açısından önemi yukarıda vurgulanmıştı. Demokrat Parti, iktidarda bulunduğu 1950-1960 arası on yıllık dönemde ise sadece iki kongre gerçekleşti. Partinin en önemli şahsiyeti Celal Bayar artık Cumhurbaşkanı idi. Partiye, -en azından- açıktan müdahale etmiyor, dolayısıyla teşkilatla ilgilenmiyordu. Toplantılarda, mitinglerde, kongrelerde yaptığı konuşmalarla siyaset dersleri veren, birçok defa kaybetmek üzereyken son anda yaptığı manevralarla kazanan Bayar’ın yükü artık Menderes’in omuzlarındaydı. Menderes ise Bayar’dan farklıydı. O, mücadeleyi sevmiyordu. Hitap ettiği milyonlarla özdeşleşebilen, onların duygu ve düşüncelerini okuyan, ruh hallerini çözen Menderes’in büyük bir eksiği vardı: Yüzbinlere hitap ederken o insanların tek tek aralarında ne konuşabileceklerini biliyordu, ama hemen yanı başında duran 5-10 kişinin ayak oyunlarının, dalkavukluklarının neler ifade edeceğini bir türlü çözemiyordu. Belki de çözmek istemiyordu. Çocukluk yıllarında başlayan, özellikle iktidarının ilk yıllarında sıkça karşılaştığı ihanetler Menderes’te güvensizlik duygusunu arttırmıştı. Bu sebeple Menderes, kongre gibi hesaplaşma ortamlarını hiç bir zaman sevmedi. Hatta kongrelerden korktu. İktidarda bulunduğu on yıl içinde, biri 1951 diğeri 1955 yılında yapılan iki Büyük Kongre’de de gereksiz polemiklere, mücadelelere girdi. Menderes’in Genel Başkanı olduğu Demokrat Parti’de kongre demek bundan sonra çatışma demekti, bölünme demekti.19
Demokrat Parti’nin 1950-1960 yılları arasında topladığı iki kongreden ilki olan Üçüncü Büyük Kongre, 15 Ekim 1951’de, Ankara’da, Büyük Sinema’da çalışmalarına başladı. İlk iki kongre gibi uzun süren ve 20 Ekim 1951 akşamı sona eren kongreye 1160 delege katıldı. Kongrede, Cumhurbaşkanı Celal Bayar da bulundu. Ancak o, artık sahnede değil, Cumhurbaşkanlığı locasındaydı. Kürsüde konuşan, hesap veren, savaşan artık Adnan Menderes’ti.
Demokrat Parti Üçüncü Büyük Kongresi’nde yaşanan en ilginç gelişme, hiç şüphesiz İçişleri Bakanı Halil Özyörük’ü istifaya kadar götüren gazete haberi idi: Ulus gazetesi, bakanın eşine resmi bir araba tahsis edildiğini yazdı ve yayınladığı resimlerle de bu iddiasını ispat etti.20 Bu haberler üzerine Halil Özyörük, 17 Ekim 1951 günü bakanlık görevinden istifa etti.
18 Halbuki aynı dönemde toptan eşya fiyatları % 163 oranında artmıştır. 1950-1960 dönemi ekonomik göstergeleri için bkz. DEMİRER, Mehmet Arif; Demokrat Parti; DP Yayınları No: 1; İstanbul-1994, s.51
19 YÜCEL; age; s. 94
20 Ulus gazetesi, 15-16 Ekim 1951
9
3- 1954-1957 Dönemi :
DP 1950-1954 arasındaki icraatları ile millet faktörünü siyaset oyununa dahil etmiş, özellikle köylü kesimin büyük desteğini almıştı. O yıllarda köy nüfusunun çok fazla olması, köy oylarını alan partinin seçimleri kazanması sonucunu doğuruyordu. DP’nin 1954 yılında yapılacak seçimlerde köy oylarını alma noktasında sıkıntı çekmeyeceği kesindi. Traktör sayısındaki büyük artış, tarımsal krediler ve hepsinden önemlisi köylünün ürününü satacağı pazarlara ulaşması gibi tarım politikaları köylüyü çiftçi yapmıştı. Öte yandan limanlar, barajlar, köprüler, köy içme suları gibi hizmetler sayesinde Türkiye adeta şantiyeye dönmüştü.
1954 Seçimlerinden önce DP, temel olarak kalkınmayı ve köylüye sağlanan desteği vurgulayarak seçmenlerden oy istedi. CHP’liler ise Petrol Kanunu’nun yeni bir kapitülasyon olduğunu belirterek, yabancı sermayenin Türkiye’ye gelişinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. CHP’nin sönük geçen seçim kampanyasının aksine DP, 1954 seçimlerinden önce son derece renkli ve hareketli bir kampanya yürüttü. CHP Genel Merkezinin seçim sonrası hazırladığı rapora göre CHP seçimler için 158 bin lira harcarken DP’nin kasasından 1.5 milyon lira çıkmıştı.21
2 Mayıs 1954 günü yapılan genel seçimlerden Demokrat Parti, cumhuriyet tarihinin rekor oranıyla galip çıktı: % 56.6 oy alan Demokrat Parti, 503 milletvekilliği kazandı. CHP ise % 34.8 oranla parlamentoya ancak 31 milletvekili sokabildi. Yürürlükte olan çoğunluk sistemi DP’ye milletvekilliklerinin neredeyse tamamını kazandırmıştı: % 56.6 oy karşılığında milletvekillerinin % 93’ü. 22
DP iktidarının ikinci dönemi olan 1954-1957 yılları arasındaki 3 yıllık süre, Demokrat Parti’nin en fırtınalı ve en tartışmalı dönemi olmuştur. 6-7 Eylül Olayları, İspat Hakkı, Hürriyet Partisi ve 29 Kasım 1955 DP Grubu toplantısı gibi, DP iktidarının bir çok önemli olayı bu sürede yaşanmıştır. DP ve Menderes bu dönemde iktidara ısınmış, 1950’den itibaren siyaset sahnesini yönlendiren millet, siyasetteki belirleyici rolünü giderek sermaye’ye bırakmıştır. 1950’de CHP’den milletin eline geçen siyaset oyununun ipleri, bu dönemde DP oligarklarına ve güçlenmeye başlayan sermayeye geçmiş, millet siyasi aktörlükten figüranlığa inmiştir. Bu dönem, DP’nin 1950-1954 yılları arasındaki 4 yılın muhteşem mirasını yemeye başladığı dönemdir.
21 BURÇAK, Prof.Rıfkı Salim; On Yılın Anıları (1950-1960); Nurol Matbaacılık; Ankara-1998; s.216
22 14 Aralık 1942 günü kabul edilen cumhuriyet tarihinin ilk seçim kanunu, 5 Haziran 1946 tarihinde bazı değişikliklere uğramıştır. İllerde en çok oyu alan partinin, o ilin tüm milletvekillerini kazanması anlamına gelen “çoğunluk sistemi” antidemokratik olmakla birlikte 27 Mayıs 1960 Darbesine kadar geçerliğini korumuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz. YÜCEL, M. Serhan-MUTLU, Abdullah; Siyasi Partiler ve Seçim (baskıda)
10
Nitekim Demokrat Parti seçimlerden sonra yeni bir havaya büründü: “Parti en kuvvetli olduğu bir zamanda hatalar işleyecek ve kendi bünyesine ve geçmişine uymayacak bir yola girecek gibi görülüyordu.”23 Cumhurbaşkanı Celal Bayar başta olmak üzere birçok DP’li, seçimlerde CHP’ye çalışmış memurların cezalandırılması hususunda görüş birliği içindeydi. Etem Menderes, bakanlıkların merkez teşkilatından olup da seçimlere muhalefet partilerinden girenlerin, bağlı bulundukları bakanlıkların kapısından içeri alınmaması gerektiğini yüksek sesle telaffuz ederken, Cumhurbaşkanı Bayar memurlar arasında tasfiyenin kaçınılmaz olduğunu belirtiyor ve “Ben buradan işe başladım bile. Üç dört kişiye yol verdim. Sıra büyüklere de gelecek” diyordu.
DP’deki değişim yalnızca memur kıyımıyla sınırlı kalmıyordu. Kırşehir, seçimlerde Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne oy verdiği için 30 Haziran 1954’de çıkarılan bir kanunla ilçe yapıldı. Emekli Sandığı Kanunu’nda değişiklik yapıldı, ayrıca devlet memurlarıyla ilgili köklü değişikliklere gidildi. Bu değişiklikler yapılmadan, bu kanunlarla ilgili Menderes’le görüşmek isteyen CHP Grup Başkanvekilleri randevu bile alamadılar. DP bir anda 1946’ların CHP’si gibi olmuştu.24 Tek çözüm, parti içi mekanizmalardan gelecek olan tepki, belki de başkaldırı idi! Parti içinde olup da farklı ses verenler, ‘siyaseten prim kazanmak’ amacıyla hareket ettiğinden böyle bir tepki veya başkaldırı Demokrat Parti’ye hiçbir zaman gelmedi.
Demokrat Parti iktidarı bir yandan baskıcı rejim hazırlıkları yaparken, diğer yandan Türkiye’nin şantiye hali devam ediyordu. Ancak iktisadi hayat ilk dört yıl gibi yolunda gitmeyecek, 1954-1958 yılları arasında, Anadolu’da 30-35 yılda bir görülen kuraklık yaşanacaktı. Ayrıca, 1952’de Kore Harbi’nin sona ermesi sebebiyle ihraç mallarının fiyatı yarı yarıya düşecek, ticaret hadleri (Terms of Trade) 1960 yıllarının ortalarına kadar Türkiye’nin aleyhine olacaktı. Son olarak da 1954 yılından sonra soğuk savaş şartları her yıl bütçenin % 30’unun Milli Savunma giderlerine ayrılması zorunluluğunu doğuracaktı.25
Ekonomideki bu olumsuzlukların tersine dış politikada altın bir dönem başlamıştı. 1950-54 dönemi nasıl liberal demokrasi ve iktisadi alanda başarılarla doluysa, 1954-1957 dönemi de Türkiye’nin dış politikasının en başarılı dönemlerinden biri olmuştur. Bu dönemde dış politika, Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü tarafından değil, Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tarafından yönlendirilmiş, Türkiye yıllarca meyvelerini yiyeceği atılımları bu yıllarda yapmıştır.
“1955 yılı Nisan ayında Endonezya’nın Bandung kentinde Asya-Afrika zirvesi toplandı. Bu konferansa NATO üyesi olarak yalnız Türkiye katılıyordu.
23 BURÇAK, On Yılın Anıları, s. 223
24 YÜCEL; age; s.108
25 MİNKARİ; age; s. 16
11
Çin dışında konferansa katılan diğer Asya-Afrika ülkeleri ileride Tarafsızlar Blokunun üyeleri olacaklardı. Zorlu Devlet Bakanı unvanı ile katıldığı bu Konferansa yine kuvvetli bir ekiple gitti, Konferansta etkin rol oynadı. Emrivakilere karşı çıktı. Bazı yerleşmiş kanaatleri sarstı, hazırlanan oyunları bozdu. Olay çıkardı. Mağlup olmadı.”26
“Bandung’ta Türkiye nam yaptı, iyi bir şöhret kazandı. İş kolay değildi. Konferansa katılanların ekseriyeti, eski müstemlekelerdi, istiklallerine yeni kavuşmuşlardı. Eski müstemlekelerin sahiplerinin çoğu da NATO üyesi idi. Türkiye de NATO üyesi idi. Buna rağmen, Bandung’ta Türkiye dinlenildi ve sayıldı. Müstemlekeciliğin savunuculuğunu yapmadı tabii. Bandung atmosferinde böyle bir şey hayal bile edilemezdi.”27
Ağustos 1954’te Kıbrıs sorunu gündeme gelmişti. Yunanistan, adayı ilhak için Birleşmiş Milletler’e başvurmuş, ayrıca yaptığı mitinglerle de konuyla ilgili ülke içinde kamuoyu oluşturmuştu. Birleşmiş Milletler bünyesinde de davasının desteklenmesi için, İsrail yüzünden ilişkilerimizin bir süredir gergin olduğu Arap ülkelerine yanaşmıştı. Türkiye ise Kıbrıs konusunda çok duyarlı idi. Adanın Yunanistan’a terk edilmesine seyirci kalmak mümkün değildi.
İngiltere, Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturmak için bir konferans düzenleyeceğini Türkiye ve Yunanistan’a 1955 Haziranında bildirdi ve bu ülkeleri konferansa davet etti. Türkiye’nin Kıbrıs’ın geleceği konusunda söz sahibi olması kuşkusuz DP’nin dış politik zaferiydi. Hükümet bu daveti hemen kabul etti ve davada kararlılığını göstermek için Yunanistan’a sert bir nota vererek Kıbrıs konusundaki kışkırtmalarına son vermesini istedi.
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasındaki görüşmeler 27 Ağustos 1955’te Londra’da başladı. Dışişleri Bakanlığına vekalet eden Fatin Rüştü Zorlu’nun savunduğu Türk tezine göre, ada Türkiye’ye verilmeliydi. Nitekim Lozan Antlaşmasıyla Kıbrıs Adasına ayrı bir statü tanınmış, Türkiye, Kıbrıs’taki egemenlik haklarını yalnız İngiltere’ye devrettiğini belirtmişti. Yine Lozan Antlaşmasıyla Adada yaşayan halklara iki yıl içinde Türk ya da İngiliz uyruklarından birini seçme hakkı verilmişti. Ada dörtyüz yıla yakın bir süre Türklerin elinde bulunmuşken, tarihin hiç bir döneminde Yunanlıların idaresine geçmemişti. Kıbrıs, Yunanistan’a bin mil uzaklıktayken, Türkiye’ye yalnızca kırk mil uzaklıktaydı. Ayrıca adada tapulu toprakların % 60’ı Türklere aitti, Birinci Dünya Savaşı’na kadar da adada çoğunluğu Türkler oluşturmaktaydı. Bu nedenle Kıbrıs’ta Yunanlılar, Türkiye’nin muhatabı bile değildi. Ayrıca İngilizler, Türkiye’den aldığı bir toprağı Yunanistan’a devredemezdi.28
26 GÜNVER, Semih; Fatin Rüştü Zorlu’nun Öyküsü; Bilgi Yayınevi; Ankara-1985; s.52
27 GÜNVER; age; s.52; Asıl Kaynak: KUNERALP, Zeki; “Sadece Diplomat”.
28 GÜNVER; age; s.66; Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem’den aktarma.
12
Yunanistan, Türkiye’nin sert, kararlı ve hukuki mesnetlere dayanan tavrı karşısında şaşkına döndü. Çünkü, Türkiye’nin böylesi bir tavrına o güne kadar alışık değildi. Enosis’te direnmek için geldikleri “Lancaster House”ta geri adım atmak zorunda kalan Yunanlıları, ilişkilerin son derece gergin olduğu bir ortamda 5 Eylül 1955 Pazartesi günü Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev ile Türkiye’nin Selanik Konsolosluğu arasında patlatılan bomba kurtardı. Bomba haberi üzerine, 6 Eylül 1955 Salı günü İstanbul Beyoğlu’nda toplanan kalabalık, sloganlarla Atatürk’ün evine yapılan saldırıyı protesto etti. Ancak akşam saat 19.00’dan itibaren protesto, toplum psikolojisi ve tabii ki bazı provokatörler sebebiyle nitelik değiştirdi. Daha çok Rum vatandaşların bulunduğu bölgelerde dükkanların vitrinleriyle kepenkleri kırıldı, yine Rumlara ait binalar, kiliseler, eğlence yerleri, okullar hatta mezarlıklar bile tahrip edildi. 7 Eylül Çarşamba sabahına kadar devam eden olaylar sonunda yanmış, yıkılmış ya da ağır şekilde tahrip edilmiş beşbin bina vardı. Bu binaların büyük çoğunluğu Rumlara; bazıları da binaları tahrip edilen Rumlara komşu Türk, Ermeni ve Musevi’lere aitti. Bu tecavüzler, İstanbul’a nazaran çok daha küçük ölçüde olmak üzere İzmir’de ve Ankara’da da görüldü.
6 Eylül akşamı İstanbul’da bulunan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes saat 20.00 treniyle Ankara’ya hareket etmişlerdi. İzmit’e vardıklarında olaylar kendilerine haber verildi. Onlar da hemen İstanbul’a geri döndüler. Bizzat göstericilerin arasına girip olayları bastırmak için çaba harcadılar. Aynı akşam Başbakanlıktan yayınlanan bildiri ile İstanbul ve İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi.
6-7 Eylül Olaylarının Londra Konferansını olumsuz etkileyeceği aşikardı. Nitekim siyasi görüşleri Fatin Rüştü Zorlu’yla hiçbir zaman örtüşmeyen Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem de Londra’daki Lancaster House Konferansına katılmış ve anılarında Türkiye’ye dönüş yolculuğunu şu şekilde anlatmıştır:29
“Lancaster House’tan doğruca, Havaalanına gittik. Uçağımız Belçika ve Almanya üzerinden İstanbul’a uçacaktı. Yolda uğradığımız iki kentte de gazetelerin büyük manşetlerle 6-7 Eylül olaylarını anlattığını gördük. Fatin Bey, yolculuk sırasında çok üzgün ve suskundu. Bir aralık yanına giderek, kendisini teselli etmek istedim. ‘Bütün çabalarımız, Londra’da elde ettiğimiz başarı, bir gecede heba olup gitti’ dedi.”30
29 GÜNVER; age; s.70
30 27 Mayıs darbesinden sonra Fatin Rüştü Zorlu, Yassıada’da 6-7 Eylül olaylarının tertipçilerinden olmakla suçlanarak yargılandı. Kendisine yapılan haksız ve kasıtlı ithamlar karşısında Mahmut Dikerdem, gerçekleri çarpıtan tanıklıklara karşı savunma tanıklığı yapmak üzere, Zorlu’nun avukatına başvurdu. Yüce Divan bu davada aleyhte 76 tanık dinlemişken savunma tanıklarının dinlenmesine gerek görmediğini bir ara karar ile bildirdi. Bu karar üzerine Zorlu: “Savunma tanıklarının dinlenmesine gerek görülmemesini Yüksek Mahkemece suçsuzluğuma kanaat getirilmiş olmasının delili sayıyorum” dedi. Altı yıl hapse mahkum edildi. Ayrıca bu davanın görülmesi sırasında Fuad Köprülü ve damadı Coşkun Kırca’nın Bayar, Menderes ve Zorlu aleyhine verdiği ifadeler yüzünden Yunanistan Türkiye’ye nota vererek maddi manevi tazminat istemiştir.
13
6-7 Eylül Olaylarının gerginliği iç politikaya da yansıdı. Olaylardan bir ay sonra, DP IV. Büyük Kongre hazırlıklarının yoğunlaştığı günlerde, DP’li 11 milletvekili “ispat hakkı” konusunu gündeme getirdiler. Basına “ispat hakkı” tanınmasını, böylelikle yayın organlarının kolayca sansür edilmesinin önüne geçilmesini isteyen milletvekilleri bazı önemli isimleri de yanlarına çekerek genişlediler. Ancak DP, bu milletvekillerinin bir kısmını ihraç etti, kalanlar da DP’den istifa etti. Ayrılan milletvekilleri 20 Aralık 1955’te Hürriyet Partisi isimli bir parti kurdular. Genel Başkanlığını Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’nun yaptığı Hürriyet Partisi’nde hiçbir zaman düzenli ve akılcı bir çalışma ortamı kurulamadı. Partinin bir çalışma programı yoktu. Partinin ileri gelenleri gece yarılarına kadar toplantılar yapıyor, ancak bu toplantılarda partinin gelişmesiyle ilgili herhangi bir karar alınmıyordu. Üstelik, bu toplantılardaki önemsiz konuşmalar, ertesi gün DP ve CHP Genel Merkezi koridorlarına çoktan ulaşmış oluyordu. Parti kurucuları ve Yönetim Kurulu Üyeleri kendi seçim bölgeleri dışında başka yerlerle ilgilenmiyor, yurt gezileri düzenlemiyorlardı. Hürriyet Partisi milletvekili sayısında bir ara CHP’yi geçip ana muhalefet partisi olduysa da, muhalefetini meclis dışına taşıyamadı.31
Oysa ki 1955 sonbaharında muhalefet yapmak için elverişli bir ortam vardı. 1955 yılının ilkbaharında havaların soğuk gitmesi tarım ürünlerinin fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açmıştı. Ayrıca inşaat malzemesi, traktör, yedek parça, otomobil lastiği, kalay, çivi, mıh, ilaç gibi birçok ihtiyaç maddesi de döviz darlığı sebebiyle piyasada bulunmuyordu. 1955 Haziran sonunda tekel maddelerine ve Sümerbank ürünlerine yapılan zamlar halk arasında memnuniyetsizliği arttırmış, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu’nun 300 milyon dolarlık bir kredi temin etmek üzere ABD’de uzunca bir süre kaldıktan sonra Türkiye’ye elleri boş olarak dönmesi havayı daha da ağırlaştırmıştı.
Bütün bu olumsuzluklar içinde Demokrat Parti, tarihinin son Büyük Kongresi olan Dördüncü Büyük Kongreyi topladı. Yaklaşık 1300 delegenin katıldığı kongrede seçimler, ilk üç kongrenin aksine hemen ikinci gün yapıldı. 15 Ekim 1955’de çalışmalarına başlayan kongrede, 16 Ekim günü seçimler gerçekleşti. 17-18 Ekim günleri delegelerin eleştiri ve dileklerini dile getirmeleriyle geçildi. Son iki günün tek önemli olayı, 18 Ekim 1955’te İstanbul delegelerinden 50 imzalı önerge verilmesiyle başladı. Önerge, uzun tartışmalara ve kavgalara yol açtı. Önerge ile “partiden ayrılan milletvekillerinin milletvekilliği sıfatının da kaldırılmasını sağlamak üzere bir kanun çıkarılması” teklif ediliyordu. Menderes yaptığı konuşmada bu önergenin
31 1957 seçimlerinde Manisa, Burdur ve Ankara’da başarılı bir seçim kampanyası gerçekleştiren Hürriyet Partisi, seçimlerde 350 bin oy ve 4 milletvekili kazanabildi. 24 Kasım 1958 tarihinde topladığı kongre ile 5 muhalife karşı 175 oyla CHP’ye katılarak siyasal hayattan çekildi.
14
lehine sözler söyledi. “Partiden çıkarılan milletvekillerinin DP içindeki kuyruklarının da kesilmesi gerektiğini” ifade edince de gerginlik arttı. Divan Başkanı Tevfik İleri ile bizzat Menderes’e şiddetli hücumlar oldu. DP delegesi her kongrede koyduğu demokratik tavrını, Dördüncü Büyük Kongre’de son gün gösteriyordu. Önerge, müzakere yapılmaksızın oya kondu. Gürültüler ve itirazlar arasında Divan Başkanlığı önergenin kabul edildiğini açıkladı.
Muhaliflerince, Demokrat Parti’nin dikta rejimi kurma teşebbüsünün bir adımı olarak nitelenen bu önerge ile getirilmek istenen uygulama, günümüzde de tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Uygulamanın, milletvekillerinin hareket serbestisini ve hürriyetini kısıtladığı; ayrıca, Genel Başkanların milletvekilleri üzerindeki nüfuz ve otoritesini, hatta baskısını arttırması anlamına geldiği için eleştirilmektedir. Bu tür eleştiriyi yapanlar, yasaklarla parti değişmenin önüne geçilemeyeceğini, nitekim 1985-1995 yılları arasında kurulan “hülle partileri”nin bu tür ihtiyaca cevap verdiğini savunmaktadırlar. Öte yandan başka bir kesim, çirkin transfer dedikoduları yüzünden TBMM’nin yıpratıldığını savunmakta ve milletvekilinin seçildiği partiden istifa edip başka bir partiye katılmasının doğru olmayacağı görüşündedir.32
Dördüncü Büyük Kongreden yaklaşık 45 gün sonra yaşanan önemli bir olay Demokrat Parti’yi karıştırdı ve partinin dönüm noktası oldu: 29 Kasım 1955 Salı günü Dr. Burhanettin Onat başkanlığında toplanan DP Meclis Grubunda İktisat ve Ticaret Bakanı Sıtkı Yırcalı hakkındaki gensoru önergesi görüşülecekti. Ancak Grup, yoğun baskısıyla gensoruyu hükümete yöneltti ve arkası arkasına kürsüye çağırdığı bakanları istifa ettirdi. Bunun üzerine kürsüye gelen Menderes, Bakanlar Kurulu’ndaki bakanların toptan çekildiğini belirterek, kendisi ile ilgili kararı da grubun vermesini “kaderimi sizlerin reylerinize terk ediyorum” sözleriyle istedi. Başbakanın bu konuşması gruptaki havayı yumuşattı. Gruba başkanlık eden Burhanettin Onat, Adnan Menderes hakkındaki güvenoylamasına geçti. Bir-iki milletvekili hariç bütün grup Menderes’in lehinde oy kullandı. Menderes’in bakanlarını düşüren grup Menderes’e aşırı sevgi ve heyecanla sahip çıkmıştı. Bunun üzerine Menderes tekrar kürsüye geldi, gruba teşekkür etti ve “Aslanlar gibi insanlarsınız; siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz. Size layık olmaya çalışacağım” diyerek kürsüden indi.
Birçok tarihçi, bu grup toplantısının Menderes’in zaferiyle sonuçlandığı kanaatini taşır ve Menderes’in sözleri üzerinde durur. Böyle düşünenler, bu sözlerle Menderes’in laiklik karşıtı, irticacı düşüncelerinin su yüzüne çıktığını vurgularlar. Bu satırların yazarı ise Menderes’in bu olayla, kendi bakanlarını
32 YÜCEL; age; s. 116
15
gözünü kırpmadan harcamış bir başbakan olarak tarihe geçtiğini savunmaktadır.33
1954-1957 Döneminin önemli dış politika gelişmeleri sadece Londra Konferansı ve 6-7 Eylül Olayları’nın yankılarından ibaret değildir. Türkiye’nin öncülük ettiği Bağdat Paktı Türkiye, Irak, İran, İngiltere ve Pakistan tarafından imzalanmış, ancak Irak’taki darbeden sonra bu pakt yaşamamıştır.
Dış Politikada bir başka önemli gelişme 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa’nın, Mısır’a saldırmaları sonunda başlayan Arap-İsrail Savaşı’dır. Savaş sürerken Sovyetler Birliği, İsrail, İngiltere ve Fransa’yı açıkça tehdit etti ve Ortadoğu’ya asker göndereceğini açıkladı. Bunun üzerine Amerika devreye girerek savaşı sona erdirdi. Savaş bittiğinde ABD’nin Arap dünyasındaki itibarı olağanüstü sarsılmıştı. Ortadoğu’da güç boşluğu doğmuş ve bu boşluğun da SSCB tarafından doldurulması ihtimali yükselmişti. ABD, Ortadoğu ülkelerinin ekonomisini güçlendirmeye yardım ederek bu ülkeleri yanına çekmek istiyordu. Sözü edilen yardımları sağlamak amacıyla ortaya atılan Eisenhower Doktrini34, aslında Ortadoğu’daki güç dengesini ABD’nin çıkarlarına ve yararına göre yaratma amacını taşıyordu. Türkiye, Eisenhower Doktrini’ne 22 Mart 1957 günü katıldığını, ayrıca doktrini bölgede gerçekleştirebilmek için hazır olduğunu açıkladı.35 Eisenhower Doktrini, Menderes Hükümeti için 1947 yılında Truman Doktrini’nin açıklanması ile başlayan askeri ve ekonomik yardımın, Türkiye’nin yanı sıra diğer Ortadoğu ülkelerine de genişlemesi olarak değerlendirilebilir. Başbakan Adnan Menderes, söz verilen bu askeri ve ekonomik yardım sayesinde ülke içinde de prestijini arttırmayı ümit ediyordu.
4- 1957-1960 Dönemi :
1954 Seçimlerinden sonra arkası arkasına yaşanan krizler, başta Menderes olmak üzere Demokrat Partilileri yıpratmıştı. İktidar yorgun düşmüş, Menderes aşırı derecede sinirli ve çevresine karşı kırıcı olmaya başlamıştı. Öte yandan muhalefet partileri, 1958 yılında yapılacak seçimlere tek listeyle girmek için görüşmeler yapıyordu. Demokrat Parti, muhalefete fazla hazırlanma imkanı tanımadan 27 Ekim 1957 günü erken seçimlere gitti.
Seçimlerde muhalefete önceki seçimlerde olduğu gibi yine CHP öncülük etti. O güne kadar meydan mitingleri ve kahve toplantılarından öteye gitmeyen propagandalara 1957 seçimleri ile birlikte ev toplantıları da eklendi. 1957
33 Nitekim, 29 Kasım 1955 tarihinden sonra Demokrat Parti’de doğrular söylenmedi, söyleyenler harcandı. 29 Kasım, Adnan Menderes’in “dostlarını, yol arkadaşlarını satan adam” olarak değerlendirilmesine yol açtı ve Menderes’in parti içi diktasına kadar gidecek süreci başlattı.
34 5 Ocak 1957
35 Aynı gün ABD, Bağdat Paktı Askeri Komitesine gireceğini ilan etti.
16
seçimleri, bayrak, afiş ve el ilanlarının o güne kadar görülmedik biçimde kullanılmaya başlandığı seçim oldu.36
Seçimlere katılım oranı % 76.6 seviyesinde gerçekleşti. Demokrat Parti oylarını yüzde ellinin altına düşürdü ve % 47.3’te kaldı. Cumhuriyet Halk Partisi 3.753.136 ise % 40.6 oranını yakaladı. Çoğunluk sistemi yürürlükte olduğundan, oy oranlarına göre milletvekili sayılarındaki adaletsizlik bu seçimlerde de göze çarpıyordu: DP 408 milletvekili, CHP 173 milletvekili kazandı.
Demokrat Parti’nin 1957 seçimlerinde aldığı % 47.3 oranındaki oy genellikle tüm tarihçiler tarafından “ağır yenilgi” olarak ifade edilir. Halbuki bu oran 7 yıllık iktidar yıpranmışlığına ve etkin muhalefete karşı bir başarı olarak da değerlendirilebilir. Demokrat Parti, 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanarak, Türkiye’de üst üste 3 seçim kazanan tek parti olma özelliğini de taşımaktadır. Bu rekorun uzun yıllar kırılması da pek mümkün görülmemektedir.
Bütün bunlara rağmen Demokrat Parti, 1957 seçimlerinden, 1954’e oranla % 9.3 oy kaybederek çıktı. İki il hariç, oy oranları her seçim çevresinde düştü. DP, çoğunluk sisteminin kendisine sağladığı avantaja rağmen milletvekili sayısı bakımından da eski gücünde değildi. Bu düşüşün sebeplerini şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Milli Korunma Kanunu’nun uygulamasındaki başarısızlık döviz sıkıntısını doğurmuş; cam, lastik, pil, inşaat malzemesi, çay, kahve, ilaç, gözlük camı gibi maddeler karaborsaya düşmüştü. Bu da, milletin Demokrat Parti iktidarını haklı eleştirilerine yol açıyordu.
2- Demokrat Parti’nin 1946-1950 arası yaptığı demokrasi mücadelesinden ve söylediği sözlerden eser yoktu. Aynı sözler şimdi muhalefet tarafından söyleniyordu. Bu da sayıca az, ancak “özgül ağırlık” bakımından fazla olan toplumun önemli kesimlerinin DP’ye sırt çevirmesine ve dolayısıyla toplumun diğer katmanlarının da etkilenmesine yol açmaktaydı.
3- Demokrat Parti ispat hakkı konusunda son derece inatçı ve yanlış tutum izlemişti. Bu, partinin küçülmesine, önemli partililerini kaybetmesine ve Hürriyet Partisi’nin doğmasına neden olmuştu. Muhalefetin “hırsıza hırsız denilemeyecek” sözleri haklı bir eleştiri olarak görünüyordu.
4- Kırşehir, 1954 Seçimlerinde Millet Partisi’ne oy vermesi yüzünden cezalandırılmış ve 30 Haziran 1954’te ilçe yapılmıştı. Bu durum üç yıl sürdü ve DP iktidarı 12 Haziran 1957 günü TBMM’de kabul edilen bir kanun ile Kırşehir’in yeniden il olmasını sağladı. Ancak Kırşehir’in yeniden il olması
36 1957 seçimlerinde DP’nin muhalefete şiddetli baskı uyguladığı iddia edilmiştir. Oysa ki, 1946 seçimlerinde halkın alışık olmadığı “Hasolarla Memoların ayağına gidilen” seçim kampanyası gibi, 1957 Seçimleri de, bu kez “propaganda teknikleri” açısından yepyeni bir dönemin başlangıcıydı. Özellikle 1980 sonrası, her seçimden önce yenilenen seçim kanunları ve günümüzde partilerin rakiplerine karşı yürüttükleri kampanyalar göz önüne alındığında, DP’nin 1957 seçim kampanyasının sadece propaganda teknikleri bakımından farklı olduğu görülecektir.
17
tasarısı mecliste görüşülürken, Osman Bölükbaşı, Nevşehir’e bağlanan Kozaklı ve Hacıbektaş ilçelerinin Kırşehir’de kalması gerektiğini vurgulamıştı. Bu isteği kabul edilmeyince de başta Celal Bayar olmak üzere Meclise ve Meclis Başkanına ağır sözlerle saldırmıştı. Bu sözleri Bölükbaşı’nın başına büyük işler açtı. Dokunulmazlığı kaldırıldı, tutuklanarak cezaevine girdi. Seçimler sırasında da hala hapis yatıyordu. Bu durum Demokrat Parti’nin, muhaliflerini susturmak için onları zindanlara tıkan bir siyasal teşekkül olarak algılanmasına yol açtı.
5- Aday listelerinin tanziminde yapılan hatalar, yerel unsurlara önem verilmemesi, adayların Menderes ve yakınındaki üç-beş kişi tarafından belirlenmesi, 1957 seçimlerinde oy kaybının en önemli sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır: Demokrat Parti Genel İdare Kurulu tarafından aday tespitinin yapıldığı 28 ilin 14’ünde tamamen, 3’ünde de kısmen seçimler kaybedilmişti. Adayların önseçimle belirlendiği yani aday tespitinin teşkilatlara bırakıldığı 39 ilin 33’ünde seçimler kazanılmıştı.
6- Yeni yüzler, yeni sözler isteyen seçmenlerin, yedi yıldır sürmekte olan Demokrat Parti iktidarından bıkması da oy kaybının bir başka sebebidir. Ayrıca, bazı seçim çevrelerinde, oralara özgü işlenen hatalar da oy kaybına yol açmıştır. Örnek olarak, doğunun ilk üniversitesi Elazığ’a açılacakken, Erzurum Milletvekili Merhum Rıfkı Salim Burçak’ın Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde kanun teklifi “Atatürk Üniversitesi’nin Erzurum’a kurulması” yönünde verilmiş ve öyle de gerçekleşmiştir. 1957 seçimlerinde de Elazığ, elbette DP’yi cezalandırmıştır.37
Seçimlerden sonra kurulan Beşinci Menderes hükümeti, 1950-1960 Döneminin son hükümeti olmuştur. Bu hükümet göreve gelir gelmez yaşanan “Dokuz Subay Olayı” 1958 Türkiyesinin önemli gündem maddelerinden biriydi. Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu’nun ihbarıyla dokuz subay 26 Aralık 1957’de tutuklandı. Bu subayların askeri bir darbe hazırlığı içinde oldukları iddia ediliyordu. Fakat böyle bir cuntanın varlığı kanıtlanamadığı için, Samet Kuşçu iftiradan mahkum oldu. 38
DP iktidarı 4 Ağustos 1958 tarihinde Türk Lirasının 11 yıldır sabit tutulan değerini düşürmek zorunda kaldı. Hükümet, borç erteleme ve yeni kredi talepleriyle başvuruda bulunduğu uluslararası kuruluşlardan, ciddi bir istikrar programı uygulanması ve Türk Lirası’nın devalüe edilmesi gibi önlemler alınmadığı takdirde hiçbir destek göremeyeceği cevabını alınca istikrar programını hazırlamak zorunda kalmıştı. İstikrar paketinin ilk önemli kararı, 8 Ağustos 1958’de Türk Lirası’nın Amerikan Doları karşısındaki değerinin 2.82 liradan 9.45 liraya düşürülmesi oldu.
37 YÜCEL; age; s. 128
38 TUNÇAY, Mete; Türkiye Tarihi-4 (Siyasal Tarih 1950-1960 başlıklı makale); Cem Yayınevi; İstanbul 1989; s.184-185. 27 Mayıs 1960 Darbesinden sonra ihbarın doğru olduğu anlaşılacaktı.
18
1958 istikrar programının diğer unsurları arasında ise, ithalat ve ihracat rejimlerinde serbestleşmeye yönelinmesi, KİT’lerin ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarına zam yapılması, özel kesimin ürettiği mal ve hizmetler üzerindeki fiyat denetiminin kaldırılması, Merkez Bankası’nın kamu kesimine açtığı kredilerde ciddi kısıtlamalar getirilmesi gibi önlemler yer alıyordu. Bu önlemlerin alınmasıyla birlikte Türkiye’nin dış borçları konsolide edildi ve ödemeler dengesi açığı azaldı, enflasyon düştü. Ancak, büyüme hızı geriledi ve iktisadi durgunluk baş göstermeye başladı.39
1959 yılının başında Kıbrıs Sorunu’nda çözüme yaklaşıldığının ciddi belirtileri ortaya çıktı: Taraflar, bağımsız bir cumhuriyet kurma hususunda ilke anlaşmasına vardılar. Türk ve Yunan Hükümetlerinin Başbakanları Menderes ile Karamanlis, 11 Şubat 1959’da Zürih’te bu konuda bir antlaşma imzaladılar. Esas antlaşmanın da, bir hafta sonra Londra’da imzalanmasını kararlaştırdılar. Üçlü Kıbrıs Konferansı adı verilen Londra’daki bu imza töreni için Başbakan Menderes ve beraberindeki heyeti taşıyan uçak 17 Şubat 1959’da Londra yakınlarında düştü. Uçakta bulunan 35 kişiden 15’i öldü, içlerinde Menderes’in de bulunduğu 10 kişi yaralı kurtuldu.
Adnan Menderes, Kıbrıs’la ilgili Londra Antlaşmalarını 19 Şubat 1959’da klinikte imzaladı. Londra Antlaşmaları dört antlaşmayı içeriyordu:
• Kıbrıs’taki İngiltere egemenliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devrine ilişkin Kuruluş Antlaşması,
• Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasa düzenini teminat altına alan Garanti Antlaşması,
• Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında yapılacak Askeri İttifak Antlaşması,
• Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın temel maddeleri40
Menderes, 26 Şubat’ta İstanbul’a döndü. Menderes’in yurda dönüşü, onun halk tarafından nasıl sevildiğini gösteriyordu. Yeşilköy Havaalanı’nda yüzbinler Menderes’i muazzam bir tezahüratla karşıladı. Yurdun dört köşesinde binlerce kurban kesildi. Halkın içinde Menderes’in kazadan kurtuluşu “Allah’ın sevgili kulu” olmasına bağlanıyordu. 27 Şubat’ta Menderes Ankara’ya geçti. Ankara’da da muazzam bir karşılama yapıldı. Karşılayanlar arasında bulunan İsmet İnönü, Menderes’e geçmiş olsun dileklerini iletti ve el sıkıştı.
39 Cumhuriyet’in 75 Yılı, YKB Yayınları, 1999
40 Londra ve Zürih Antlaşmaları 4 Mart 1959 tarihinde TBMM’de görüşülerek kabul edildi. 16 Ağustos 1960’a kadar süren hazırlık devresinden sonra Kıbrıs bağımsız bir devlet statüsünü kazandı. İngiltere’ye Londra-Zürih Antlaşmaları çerçevesinde adada 99 mil2 tutarında iki deniz üssü verildi, adadaki İngiliz kuvvetleri bu üslere nakledildi. Kıbrıs’ta cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra, Anayasa hükümlerinin uygulanmasına ilişkin sorunlar, taraflar arasında görüş ayrılıklarına ve toplumlar arasında gerilimlere yol açtı. 1962’de iki Türk Camiine yapılan bombalama eylemiyle tırmanan olaylar, 1963’de Makarios’un Kıbrıs Anayasası’nda değişiklik yapılmasını önermesiyle çatışmalara dönüştü. Zürih ve Londra Antlaşmalarının ihlal edilmesi anlamına gelen bu gelişmeler sonucunda, 1964’de Üçüncü Londra Konferansı toplandı. Ancak, 1974 harekatına kadar siyasi irade, DP dönemindeki gibi net tavır ortaya koyamadı. Nihayet, 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. 2002 yılına gelindiğinde “Avrupa Birliğine girmek için Kıbrıs’tan vazgeçelim” görüşünü dillendiren “ver kurtulcu”lar mevcuttur.
19
Bu, Menderes ile İnönü’nün son tokalaşmasıydı.41 Nitekim, sonu 27 Mayıs Darbesine kadar gidecek olan süreç başlamıştı.
Muhalefet partilerinin bir araya gelmesi amacını güden “Milli Muhalefet Cephesi” için ilk gelişme Cumhuriyetçi Millet Partisi ile Türkiye Köylü Partisi’nin 16 Ekim 1958 tarihinde birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını alması ile yaşandı. Diğer muhalefet partisi olan Hürriyet Partisi de 24 Kasım 1958’de CHP’ye katıldı. Bu katılımdan bazı demokratlar, kendi deyimleri ile “adeta irkildi.”42 Bu irkilmenin ürünü olarak “Vatan Cephesi” doğdu. DP içinde Vatan Cephesi kurulmasına karşı cılız bir ses yükseldiyse de Celal Bayar’ın da devreye girmesiyle Kasım ayı içinde Vatan Cephesi’ne hız verildi. Ancak Demokrat Parti yönetimi Vatan Cephesi Teşkilatı ile ilgili yeterli tanıtım ve propaganda yapılamamasından şikayetçiydi. DP, basının desteğini kaybetmişti. Zafer gazetesinin yayınları da yetersiz bulununca, geriye bir tek Radyonun, Vatan Cephesi’nin propaganda aracı olarak kullanılmaya başlanması kalıyordu. Demokratlar bu düşüncelerini hayata geçirerek, her haber saati öncesinde, Vatan Cephesi’ne katılanların isimleri ve mensup oldukları illerin listesini radyodan okutmaya başladılar. Ancak, bu durum öylesine abartıldı ki, vatandaşların çoğu radyolarını kapatma yoluna gittiler. Diğer taraftan muhalefet, radyoda okunan isimlerin hayali kişilerden oluştuğunu iddia ediyordu. Muhalefete göre Konya’daki demokratlar, Vatan Cephesi’ne katılanların listesi hazırlanırken isim uydurmakta güçlük çekmişler, Konya Mezarlığındaki mezar taşlarından 1200 ismi yazarak Ankara’ya göndermişlerdi!43 Sonuçta Vatan Cephesi gereksiz yere havayı gerginleştiren bir örgüt olarak tarihteki yerini aldı.
Demokrat Parti Vatan Cephesi ile uğraşırken muhalefet, özellikle de CHP, iktidar aleyhine Ankara merkezli kampanyalar yürütüyordu. Ancak halk, muhalefete fazla ilgi göstermiyordu. Bunun üzerine CHP, muhalefeti halk hareketi haline dönüştürmeye karar verdi. Bu çerçevede CHP, Ege illerini kapsayan ve “Büyük Taarruz” olarak adlandırdığı propaganda seferini 29 Nisan 1959’da Uşak’tan başlattı. Grup, DP İl Binası’nın önünden geçerken, iki partinin taraftarları arasında karşılıklı sataşmalarla başlayan kavgada DP İl Binası tahrip edildi. CHP kafilesi, ertesi sabah Manisa’ya hareket etmek üzere Uşak Garı’na geldiğinde bu kez DP’li bir grup kafileye saldırdı. Bu arada atılan taşlardan biri İsmet İnönü’nün başına isabet etti. Bu olayı Manisa konuşmasında değerlendiren İnönü “...benim hayatıma kastetmek için harekete geçmişlerdir. Muhalefet aleyhine ehli salip isnadı ve muhalefeti karınca gibi ezmek tavsiyesi, gece sabaha kadar Ankara’da tertiplenerek tatbikata
41 EROĞUL; age; s. 147
42 ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960); Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü; Yayımlanmamış Doktora Tezi; Ankara-1992; s. 1192
43 YÜCEL; age; s.138
20
konmuştur. Azınlıkta olan iktidar, nihayet kaba kuvvetle bir dehşet idaresi kurarak, vatandaşları insan haklarından mahrum yaşatmaya karar vermiş görünüyor” diyecekti.44
Büyük Taarruzun Ege ayağını tamamlayan İnönü 4 Mayıs 1959’da İstanbul’a geçti. Yeşilköy Havaalanına inen İnönü, oradan arabayla şehre hareket etti. Arabası Topkapı’ya gelince 10-15 kişilik bir grubun saldırısına uğradı. Araba tekmelendi, camları taşlandı. Büyük Taarruz 7 Mayıs’ta bitti. İnönü Ankara’ya döndü. Ankara’da da yer yer polisle çatışmalar oldu.45
Gerçi kavga eden gruplar hiçbir yerde ellişer kişiyi geçmiyordu. Ancak idarenin olayları önlemekteki beceriksizliği her yerde ortaya çıkıyordu. Kavgalara karışan az sayıdaki insana önlem alınamayınca toplum psikolojisi devreye giriyordu. Meydanlar, toplum psikolojisine terk edildiğinde ise provokasyonların ardı arkası kesilmiyordu.
1959 yılının yaz aylarında siyasi hava bir parça yumuşadıysa da, Eylül ayında CHP’nin Çanakkale Gezisi ile olaylar dönemi yeniden başladı. 1960 yılının Şubat ayının ilk günlerinde İnönü’nün Konya gezisinde Konya olayları yaşandı. İsmet İnönü’nün her gittiği yerde kavga çıkması –İnönü şimdi de Kayseri gezisi düşündüğünden- Kayseri Valisi Ahmet Kınık’ı tedirgin ediyordu. Vali; siyasi toplantıları yasakladığından dolayı İnönü’den Kayseri’ye gelmemesini istedi. Ancak İnönü, programını değiştirmedi. Kayseri’de Valinin bu anlamsız tutumu hariç bir olay yaşanmadı.
İdarenin, İsmet İnönü’ye ve CHP’lilere yaklaşımı, görüldüğü gibi 1959 yılından itibaren oldukça sertleşmişti. CHP zaten siyasi havayı sertleştirmek istiyordu. DP ise CHP’nin oyununa gelmiş ve 1946-1950 arasında CHP’nin kendisine uyguladığı baskıların benzerlerini bu kez kendisi, CHP’ye karşı kullanmaya başlamıştı. Halbuki, 27 Mayıs Darbesi’ne giden yolda idare, demokrasinin asgari kurallarını işletebilseydi, hem DP’nin gücü ortaya çıkacaktı, hem de CHP’nin kamuoyu desteğini kaybettiği görülecekti.
Halbuki DP, ortamı daha da germek için sanki özel çaba gösteriyordu: Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyon, CHP’nin yasa dışı yöntemlerle siyasal mücadele yaptığını, bir kısım basının da onu bu yolda desteklediği iddialarını inceleyecekti. Tahkikat Komisyonu ilk iş olarak siyasi faaliyetleri durdurdu, yayın yasakları koydu. Komisyon bir ay içinde görevini tamamladı.46
Tahkikat Komisyonu’na yetki veren kanunun TBMM’de kabul edilmesinden bir gün sonra İstanbul’da, iki gün sonra da Ankara’da binlerce öğrencinin katıldığı hükümeti protesto gösterileri yapıldı. İstanbul’daki olaylar, 28 Nisan
44 EROĞUL; age; s. 149
45 Polisin müdahale ettiği grup, DP’lilere göre taşkınlık yapan Halkçılar; CHP’lilere göre İnönü’ye saldırmaya gelen Demokratlardı!
46 25 Mayıs’ta çalışmalarını tamamladığı Menderes tarafından söylenen Tahkikat Komisyonu, raporunu hazırlama fırsatı bulamadan 27 Mayıs Darbesi yaşanmıştır.
21
1960 günü saat 9.30’da başladı ve yaklaşık 7 saat sürdü. Polis, göstericilerin önüne barikat kurduysa da öğrencileri durduramadı. Çatışma çıktı.47 Turan Emeksiz isimli öğrenci seken bir kurşunla öldü. Ayrıca 16’sı polis 40 yaralı vardı.
Olaylar büyünce İstanbul Valisi Ethem Yetkiner hükümete “derhal sıkıyönetim ilan edilmesi” teklifinde bulundu. Hükümet de bu teklife uyarak saat 15.00’den itibaren İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetimin ilanı, olayların 29 Nisan 1960 Cuma günü Ankara’ya sıçramasına engel olamadı. Ankara’daki daha büyük gösteri 555K parolası ile 5 Mayıs günü saat 5’te Kızılay’da yapıldı.
Adnan Menderes, sıkıntılı günlerinde kendisini halkın içine atardı. Kalabalıklar, kendisine gösterilen sevgi, onun ilacıydı. Gerginleşen siyasal atmosfer Menderes’i bunaltıyor, o da, bu havadan kurtulmanın yolu olarak yine kendini miting alanlarına atmayı düşünüyordu. Demokrat Partili milletvekillerinin bir kısmı ise Menderes’in geziye çıkması ve miting yapması fikrine sıcak bakmıyordu. Ankara karışıktı. Gerginleşen siyasal hava DP’nin aleyhine idi. Darbe söylentileri ayyuka çıkmıştı. Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiş, buna rağmen olaylar önlenememişti. İlginçtir ki olaylar yalnızca sıkıyönetimin olduğu Ankara ve İstanbul’daydı! Böyle bir ortamda Menderes’in geziye çıkmak yerine Ankara’da kalıp duruma hakim olması gerekirdi. Ancak Menderes, kendisini yine halkın arasına attı. İlk olarak, denizyoluyla geçtiği Çanakkaleli halk Menderes’e sahip çıktı. Daha sonra da miting için geldiği İzmir’de bütün Egeli yurttaşlar. Bergama, Manisa ve Turgutlu mitinglerinin de diğerlerinden kalır yanı yoktu. 1946-1950 arasındaki coşku geri gelmişti. Çocuklarına bayramlık elbiselerini giydirip miting alanlarına koşan Egeliler, Menderes’i bağırlarına bastılar. Menderes kendisini dinlemeye gelen yüzbinlerin duygularını, düşüncelerini, hasletlerini ve kendisine olan sevgilerini iyi biliyordu. Menderes, kendisini dinlemeye gelen yüzbinlerin özlemlerini, taleplerini biliyordu. Hatta aralarında neler konuştuklarını bile tahmin edebilirdi. Ancak, Menderes’in bilmediği bir şey vardı: Konuşma yaptığı platformun hemen altında, kürsünün yanında bulunan ve kendisine en yakın olarak görünen kişilerden oluşan çember! O çemberin ayak oyunları, bakan, milletvekili veya en azından “bir şey” olmak için verdikleri mücadele, siyaset oyunu Menderes’e çok yabancıydı. O, halktan biriydi, siyaset sınıfından değil. Mecliste kaldığı yirmidokuz, başbakanlık yaptığı on yıllık süre içinde de “kürsünün altında neler konuşulduğunu” öğrenemedi. Öğrenmek için çaba sarf etmedi. Bedelini de ağır ödedi.
47 1970’li yıllarda sıkça görülecek bu manzara Türkiye’nin o günkü şartlarına çok yabancıydı.
22
Menderes, son gezisi olan Eskişehir’de, 25 Mayıs’ta “Yolumuz, seçim yoludur. Serbest seçim yoludur” sözleriyle erken seçimin sinyallerini verdi. Ama, 27 Mayıs 1960 Darbesi Menderes için sonun başlangıcıydı.
5- 27 Mayıs Darbesi ve Sonrası :
27 Mayıs Darbesi Silahlı Kuvvetlere mensup otuzyedi subay tarafından gerçekleştirilmişti. Ancak darbe, emir-komuta zinciri içinde yapılmamıştı. Bu sebeple darbeciler daha ilk günden “cunta” görüntüsü vermeye başlamıştı. Darbeciler, kendilerine meşruiyet temelleri arama zorunluluğu duyuyorlardı. Meşruiyet sorunu, her fırsatta “27 Mayıs Devrimini yapan Türk Milleti” ibaresi kullanılarak çözülmeye çalışılacaktı.
27 Mayısçılar darbeden sonra, üniversitenin desteğini arkalarında güçlü bir şekilde hissedebilmek için “biraz devrim, biraz hukuk” mantığını çalıştırdılar. 27 Mayısı gerçekleştiren subaylar (Milli Birlik Komitesi),bu yönde ilk adımı 12 Haziran 1960’da Geçici Anayasayı kabul ederek attı. Geçici Anayasa ile Demokrat Parti mensuplarını yargılamak üzere, üyeleri Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından seçilecek olan Yüksek Adalet Divanı adlı bir olağanüstü mahkeme kurulması öngörülüyordu. Olağanüstü mahkeme kısa sürede oluşturulduktan sonra 1950-1960 Dönemi Yassıada’da yargılanmaya başlandı.
Dünya Hukuk Tarihinin patolojik simgesi Yassıada Duruşmalarında Celal Bayar, hep eski Kuva-yı Milliyeci Bayar’dı. İstiklal Savaşı’nın Galip Hocası, sert, ciddi, metin bir devlet adamı görüntüsünde ve edasında idi. Adnan Menderes ise aşırı nazik ve kibar, ayrıca mahkeme heyetine abartılı şekilde saygılı davrandı. Diğer yargılananlardan tamamına yakını vakurdu. Devlet adamı niteliklerini korudular.
Yassıada’da duruşmalara 14 Ekim 1960’ta başlandı. Kararın açıklandığı 15 Eylül 1961’e kadar geçen 11 ay 1 gün içinde toplam 592 sanık hakkında 19 ayrı dava açıldı. Başsavcı, bu davalarda 228 sanık hakkında idam cezası istedi. Toplam 202 oturum yapıldı, 1000’i aşkın tanık dinlendi. Ancak Mahkeme Heyeti, savunma tanıklarının neredeyse tamamını “gereksiz” gördüğünden dinlemedi. Tanıkların çoğu, kendilerine ezberletilen metinleri mahkeme salonunda tekrar etti.
Yassıada Davalarının adları, açılma ve karar tarihleri ile verilen kararlar şu şekilde özetlenebilir:48
1- Köpek Davası (14 Ekim 1960 - 24 Ekim 1960): Celal Bayar ve Tarım Eski Bakanı Nedim Ökmen, Afganistan Kralı tarafından Bayar’a hediye edilen
48 Cumhuriyetin 75 Yılı; Yapı Kredi Bankası Yayınları; s. 484-485
23
bir Afgan tazısını zorla Hayvanat Bahçesi’ne satmaktan yargılandılar ve mahkum oldular.
2- 6-7 Eylül Olayları Davası (20 Ekim 1960 - 5 Ocak 1961): Bu dava 1955’te halkı İstanbul’da yaşayan Rumlara karşı ayaklanmaya azmettirmek ve can ve mala zarar vermek iddiasıyla açıldı. Sanıklardan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve İzmir eski Valisi Kemal Hadımlı mahkum oldu, diğer sanıklar beraat etti.
3- Bebek Davası (31 Ekim 1960 - 22 Kasım 1960): Adnan Menderes gayri meşru çocuğunu öldürmeye azmettirmek iddiasıyla yargılandı. Beraat etti.
4- Vinileks şirketi Davası (4 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960): Hasan Polatkan, kişisel çıkar karşılığı Vinileks Şirketine usulsüz kredi vermek iddiasıyla yargılandı ve mahkum oldu.
5- Dolandırıcılık Davası (8 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960): Eski bakanlardan Hayrettin Erkmen ve Zeyyat Mandalinci ABD’ye yaptıkları geziden artan dövizleri geri vermemek iddiasıyla yargılandı. Her ikisi de beraat etti.
6- Arsa Davası (11 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960): Tarım eski Bakanı Nedim Ökmen, hükümeti, eşine ait arsaları fahiş fiyattan satın almaya zorlamaktan yargılandı ve mahkum oldu.
7- Ali İpar Davası (15 Kasım 1960 - 19 Ocak 1961): Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Medeni Berk ve Hayrettin Erkmen ile İpar Transport şirketinin sahibi armatör Ali İpar döviz yasasını ihlal etmek iddiasıyla yargılandılar ve mahkum oldular.
8- Değirmen Davası (18 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960): Ticaret eski Bakanı Sıtkı Yırcalı yolsuz kredi kullanımı suçuyla yargılandı. Zaman aşımına uğradığından dava düştü.
9- Barbara Davası (21 Kasım 1960 - 20 Aralık 1960) : Hasan Polatkan ve Refik Koraltan, bir Alman hizmetçi getirmek ve kendisine döviz tahsis ederek Döviz Kanunu’nu ihlal etmekten yargılandı. Her ikisi de mahkum oldu.
10- Örtülü Ödenek Davası (25 Kasım 1960 - 2 Şubat 1961): Adnan Menderes ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Başbakanlık örtülü ödeneğini yasalara aykırı biçimde kullanmaktan yargılandılar ve mahkum oldular.
11- Radyo Davası (29 Kasım 1960 - 26 Aralık 1960): Adnan Menderes ve yedi eski bakan devlet radyosunu, siyasal amaçlarına alet ederek partizanca kullanmak, muhalefete radyoyu kullanma hakkını tanımamak ve bu suretle anayasayı ihlal etmek suçuyla yargılandılar ve mahkum oldular.
12- Topkapı Olayları Davası (2 Aralık 1960 - 17 Nisan 1961): Celal Bayar, Adnan Menderes, eski bakanlar ve eski milletvekillerinden oluşan toplam 60 sanık, 4 Mayıs 1959’da Topkapı’da İsmet İnönü’ye karşı bir suikast düzenlemek amacıyla halkı kışkırttıkları gerekçesiyle yargılandı. Aralarında
24
Celal Bayar ve Adnan Menderes’in de bulunduğu 17 sanık mahkum oldu, 43 sanık beraat etti.
13- Çanakkale Olayları Davası (27 Aralık 1960 - 10 Mart 1961): Adnan Menderes ve üç eski bakan, CHP’li iki milletvekilinin seyahat özgürlüğünü engellemek suçuyla yargılandılar ve mahkum oldular.
14- Kayseri Olayı Davası (9 Ocak 1961 - 20 Nisan 1961): CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün seyahat özgürlüğünü engellemek suçuyla yargılanan 13 sanıktan 8’i beraat etti, içlerinde Celal Bayar ve Adnan Menderes’in de bulunduğu 5 sanık mahkum oldu.
15- Demokrat İzmir Davası (12 Ocak 1961 - 5 Mayıs 1961): 2 Mayıs 1959 tarihinde halkı “Demokrat İzmir” gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik iddiasıyla yargılanan 24 sanıktan 8’i beraat etti, içlerinde Adnan Menderes’in de bulunduğu 16 sanık mahkum oldu.
16- Üniversite Olayları Davası (2 Şubat 1961 - 27 Temmuz 1961) : 28 Nisan 1960’da İstanbul’da ve 29 Nisan 1960’da Ankara’da meydana gelen olaylarla ilgili açılan bu davada 118 sanık yargılandı. Demokrat Partili bakanların yanı sıra bazı Silahlı Kuvvetler mensupları ile Emniyet görevlileri bu davada sanık sandalyesindeydi. Kanunlara aykırı olarak üniversiteyi basmak, halka ateş açmak ve yasalara aykırı olarak sıkıyönetim ilan etmek suçuyla yargılanan 118 sanıktan 84’ü mahkum olurken, 34’ü de beraat etti.
17- İstimlak Davası (17 Nisan 1961 - 21 Haziran 1961): Adnan Menderes ve 9 eski devlet memuru, İstanbul’da birçok vatandaşın mülkünü bedelini tam olarak ödemeden istimlak etmek iddiasıyla yargılandı. Menderes, mahkum oldu.
18- Vatan Cephesi Davası (27 Nisan 1961 - 21 Haziran 1961): Demokrat Parti’nin önde gelenlerinden 22 kişi, Vatan Cephesi’ni kurarak, bu örgütü bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde tahakkümü için araç olarak kullanmak suçlamasıyla yargılandı. Aralarında Bayar ve Menderes’in de bulunduğu 19 sanık mahkum olurken, 3 sanık beraat etti.
19- Anayasanın İhlali Davası (11 Mayıs 1961 - 5 Eylül 1961): Başsavcı bu davanın iddianamesinde, Türk Ceza Kanunu’nun 146. Maddesini ihlal eden 8 suç saydı:
a-1951 ve 1953 yıllarında CHP’nin mallarına el konulması,
b-Kırşehir’in CKMP’ye oy verdiği için 1954 yılında ilçe yapılması, böylelikle halkın siyasal inançlarından dolayı cezalandırılması,
c-1953 yılında, hükümete 25 yıllık hizmet süresini dolduran yargıçları emekliye ayırma hakkı tanıyan kanunu çıkartarak yargı bağımsızlığının ihlal edilmesi,
d-1954 ve 1957 yıllarında Seçim Kanunu’nun demokrasiye aykırı olarak değiştirilmesi,
e-1956’da toplantı ve gösterileri kısıtlayıcı kanunların çıkartılması,
25
f-1960 yılında art niyetle Tahkikat Komisyonu’nun kurulması,
g-Tahkikat Komisyonu’na olağanüstü yetkiler verilmesi,
h-Tahkikat Komisyonu’na verilen olağanüstü yetkilerle anayasanın fesih ve ilgasına yeltenilmesi.
Anayasanın İhlali Davasında 400’ü aşkın sanık yargılandı ve hemen hemen hepsi mahkum oldu.
Sonuç olarak, Yüksek Adalet Divanı, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı oybirliği ile, 11 “sanığı” da oyçokluğu ile idam cezasına çarptırdı. 31 Demokrat Partili sanık ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, 418 sanık da, 6 ayla 20 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezaları aldı. 123 sanık beraat ederken, 5 sanık hakkındaki dava düştü.
Milli Birlik Komitesi, Yüksek Adalet Divanı’nın kararlarının açıklanmasından sonra toplanarak Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkında oybirliğiyle alınan idam kararlarını onayladı. Celal Bayar’ın cezası, yaşı 65 yaşını geçmiş olduğundan, idama mahkum edilen diğer 11 “sanığın” cezaları da, haklarındaki kararlar “oyçokluğu” ile verildiğinden ömür boyu hapse dönüştürüldü. Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan 16 Eylül 1961’de İmralı Adası’nda idam edildi. Adnan Menderes ise 15 Eylül günü intihara teşebbüs etti. İntiharı önlendi, 17 Eylül günü 14.30’da o da idam edildi.
6- Demokrat Parti’nin Aklanması :
27 Mayıs’ın “Hürriyet ve Demokrasi Bayramı” olarak kutlatılması, yirmi yıl sürdükten sonra 12 Eylül 1980 İhtilaliyle sona erdi. Yine 27 Mayısçıların kendilerini ölene kadar tabii senatör ilan etmeleri ve ülke yönetiminde ölene kadar söz sahibi olma arzuları 12 Eylül’le birlikte sona erdi.
Demokrat Parti ve mensupları, Yassıada yargılamalarında zimmet ve diğer mali suçlamalardan aklanarak çıkmışlardı. Kamuoyu vicdanında ve tarih karşısında aklanıp aklanmadığı konusunda ise şunlar söylenebilir:
1- 27 Mayıs’tan sonra kurulmuş birçok siyasi parti, kamuoyunun görüş ve eğilimlerine uygun olarak “DP’nin devamı hatta kendisi olduklarını, onun hizmet felsefesini, demokrasi tutkusunu, hedef ve misyonunu sürdürme azim ve kararında olduklarını” açıkça ilan etmekte birbirleriyle yarışmışlardır.
2- 27 Mayıs zihniyetinin ağır baskılarına rağmen, gerek Meclis gerekse Cumhuriyet Senatosu, DP ile ilgili af kanunlarını birbirinin peşi sıra çıkarmıştır.
3- 27 Mayıs’ın hemen ardından türlü türlü “haksız iktisap”la suçlanan Demokrat Partili milletvekillerinden hiçbiri Yassıada Mahkemesi’nde görülen “hırsızlık ve suiistimal” davalarından mahkumiyet almamışlardır.
26
4- Caddelere, havaalanlarına, üniversitelere ve önemli tesislere “Adnan Menderes” ve “Celal Bayar” isimleri verilmiştir.
5- “Demokrasi şehitleri” denilerek Anıtkabir’e gömülmüş olan birkaç öğrencinin mezarı 12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra Anıtkabir’den taşıtılmıştır.
6- Celal Bayar 1986 yılında vefat ettiğinde cenazesi Harp Okulu Öğrencileri tarafından taşınmış, Silahlı Kuvvetlerin en üst düzeydeki komutanları (birçoğu 27 Mayıs 1960’da Yüzbaşı idi) cenazenin arkasından saygı yürüyüşü yapmıştır.
7- TBMM, DP mensupları için “iade-i itibar” kanunu çıkarmıştır.
8- Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın mezarları, idamlarının 29. yılında “devlet töreni” ile İmralı’dan İstanbul’daki Anıtmezar’a taşınmış, bu törene tahminen bir milyon kişi katılmıştır.
9- 1914 yılında Enver, 1953 yılında Fatih “moda” isimler olmuştu. Bütün baskılara ve idamlara rağmen, 1960 ve 1961 yılının en yaygın isimlerinin “Adnan” ve “Menderes” olması kamuoyunun DP’ye bakışını göstermesi açısından belki de en önemli göstergedir.
27
B- 1950-1960 Döneminde Türkiye :
1- Nüfus: 1950’de 20 milyon 900 bin olan Türkiye nüfusu, 1960 yılına gelindiğinde 27 milyon 700 bine ulaştı.
2- Temel Ekonomik Veriler: Türkiye’nin Milli Geliri 1950 yılında cari fiyatlarla 10 milyar 384 milyon TL iken, bu sayı 1960’da 48 milyar 963 milyon TL oldu (Sabit fiyatlarla 29 milyardan 50 milyara yükseldi). Para arzı 1 milyar 3 milyon liradan 4 milyar 586 milyona, ihracat 263 milyon dolardan 321 milyona yükselirken ithalat 286 milyon dolardan 468 milyon dolara çıktı. Kamu yatırımları 1950’de 327 milyon lira iken 1960’da 4 milyar 30 milyona yükseldi. Özel yatırımlar ise 673 milyon liradan 3 milyar 749 milyon liraya çıktı.
3- Kanun ve Kararnameler: 1950-54 döneminde, TBMM’den 746 kanun, 147 kararname geçmişken bu sayı 1954-57 döneminde 646 kanun, 243 kararname olmuştur. 1957-60 döneminde ise, 426 kanun ve 164 kararname kabul edilmiştir.
4- Sağlık: Kamu sektörüne ait genel sağlık kurumlarında yatak adedi 1950’de 11.637 iken bu sayı 1960 yılında 42.814’e yükseldi.
5- Milli Eğitim: 1960 bütçesinde Milli Eğitime ayrılan tahsisat, 1950 yılından % 470.7 fazladır. Ayrıca ilkokul sayısı 12.511’den 22.011’e, ilkokul öğretmeni sayısı da 33.844’den 53.174’e yükseldi. Ortaokullar 343 iken 688, liseler de 59 iken 138’e çıktı. 1950 yılında 76.931 olan ortaöğretim öğretmenlerinin sayısı 1960 yılında 306.851 idi. Öte yandan Demokrat Parti, iktidara geldiğinde 4 olan İmam Hatip Lisesi sayısını 16’ya çıkarmıştır.49
Kuruluşundan kapatılmasına kadar 20 bin mezun veren Köy Enstitüleri’nin Öğretmen Okullarına dönüştürülmesi 1950-60 Döneminin çok eleştirilen
49 Bu sayı 1965’te 26’ya, 1977’de 103’e ve 1980’de 333’e çıkmıştır.
28
icraatlarından biri olmuştur. Kapatılma sebebi olarak farklı gerekçeler ileri sürülmekle birlikte esas sebebi Demokrat Parti’nin var olma nedenine bağlamak yanlış olmaz: Köyün kente yürüyüşü olarak özetlediğimiz Demokrat Parti, köyü köyde tutup kalkınmayı köyden başlatmak gibi bir düşünceye sahip olmamıştır. Köy Enstitüleri ise köyün ve köylünün köyde kalıp orada kalkınması için düşünülmüştü. Demokrat Parti iktidarı ile Köy Enstitüleri zaten misyonunu tamamlamış oluyordu. Demokrat Parti’nin misyonuna uygun okullar ise “çağdaş misyonerlik okulları” idi. Sinanoğlu’nun bu okullarla ilgili yaklaşımı şöyledir: “Türk biliminin Türkiye’de gelişmesine önemli bir engel teşkil eden bu okullar, eğitim düzenimizin gitgide ve hızla yabancılaşmasına yol açan işleve sahip olmuşlardır. 1953 yılına kadar sadece Samsun ve Trabzon St. Joseph gibi, Robert Kolej gibi okullarda böyle bir eğitim uygulanmakta ve bu okulların amaçları herkesçe bilinmekteydi. 1930’larda kurulan Türk Eğitim Derneği’nin Yenişehir Lisesi, 1953 yılında İngilizce eğitim yapan Ankara Koleji’ne dönüştürüldü. Bu işi örgütleyen İngiliz Mr. Browning, 20 yıl sonra İngiliz Kraliçesinden madalya aldı. Çünkü başlayan yabancı oyunu tuttu ve İngilizce eğitim yapan Anadolu Liseleri, Kolejler ve daha sonra da üniversiteler hızla yayıldı. ...Türkiye kendi bütçesinden misyonerlik okulları açmaya başladı.”50
6- Yüksek Öğretim: 1950 yılında Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri vardı. 1950-60 arasında dört üniversite daha kuruldu51. 1950’de yüksek öğrenimde 24.919 öğrenci varken, öğrenci sayısı 1960 yılında 56.718’e yükseldi.
7- Milli Savunma: 1960 bütçesine konan tahsisat, 1950 yılından % 152 fazladır. Ayrıca her yıl “karşılık para fonu”ndan Milli Savunmaya liberasyon yolu ile tahsisler yapıldı.
8- Tarımsal Ürün: 1950’de 14 milyon 542 bin hektar olan ekim alanları, 1960 yılında 25 milyon hektara yaklaşmıştı. Tarımda modernizasyonla birlikte (traktör sayısı 10 yılda 16.585’ten 42.135’e yükselirken, gübre kullanımı 10 yılda 4 kat arttı) Türk tarımı altın devrini yaşadı. Buğday üretimi 4 milyon tondan 8.5 milyon tona, pancar üretimi 850 bin tondan 4.5 milyon tona, pamuk üretimi de 120 tondan 180 tona yükseldi. Bu gelişme, tahılı muhafaza ve onun ihraç pazarlarına sevkini kolaylaştıracak tesislere olan ihtiyacı da arttırdığından yeni silolar ve hububat depoları inşası programını ortaya çıkardı. DP döneminde 14 betonarme silo, 70 çelik silo, 390 çelik depo ve kagir ambar inşa edilerek hizmete alındı.
9- İçme Suyu: 1950 yılında 58 bin 101 köy ve mahallenin 8 bin 809’unda içme suyu varken, 1959 yılında bu sayı 33 bin 554’e yükseldi.
50 SİNANOĞLU, Oktay; Bir Nev-York Rüyası “Bye-bye” Türkçe; Otopsi Yayınevi, II. Baskı; İstanbul-2001; s.111-112. Sinanoğlu’nun Türk Dili ile ilgili değerlendirmeleri, günümüzde yediyüz civarında seyreden kelime dağarcığımız ve üniversitelere bile konan Türkçe Dersleriyle -ne yazık ki- doğrulanmaktadır.
51 Ege Üniversitesi-1955, Karadeniz Teknik Üniversitesi-1955, Ortadoğu Teknik Üniversitesi-1957, Atatürk Üniversitesi-1958.
29
10- Sulama: DP döneminde o güne kadar boş akan sular değerlendirildi, kurak toprakları nemalandıracak ve enerji üretecek birer kaynak haline getirildi. DP iktidarı 19 büyük baraj inşasını programa aldı ve bunların büyük bir kısmını gerçekleştirdi: Sarıyar, Seyhan, Ayrancı, Sille, Kemer, Demirköprü, Samsa ve Hirfanlı Barajları DP iktidarı döneminde tamamlanarak faaliyete geçti. Mamasun, May, Apa ve Altınapa Barajları’nda 1960 yılında; Kesikköprü, Almus, Sarımsaklı, Selevir, Seyitler ve İbrala Barajları’nda da 27 Mayıs Darbesi’nden birkaç yıl sonra üretim başladı. 1950’de barajlardaki toplanan su hacmi 157 milyon m³ iken, 1959’da kapasite 80 kat artarak 13 milyar m³ seviyesine ulaştı. Sulanan arazi de 547 bin dönümden 1 milyon 521 bin dönüme çıktı.
11- Elektrik: Türkiye 1950-60 yılları arasında elektrik enerjisi üretiminde büyük hamle yaptı. 1950 yılında 737 milyon kw saat olan enerji üretimi, 1960 yılında 2 milyar 815 milyon kw saate yükseldi.
12- Kömür: Taşkömürü üretimi 4 milyon tondan 6 milyon 550 bin tona; linyit üretimi de 957 bin tondan 2 milyon 602 bin tona yükseldi.
13- Rafineri: Yıllık kapasitesi 300 bin ton olan Batman Rafinerisi’nin kapasitesi 700 bin tona yükselirken, Mersin’de 3 milyon 250 bin ton kapasiteli, İzmit’te ise 1 milyon ton kapasiteli iki büyük rafinerinin temelleri atıldı.
14- Ağır Sanayi: Endüstri on yılda 9 kat büyüdü. Ayrıca özel sektör teşvik edildi. Yünlü ve pamuklu sanayide iğ sayısı 290 bin iken 1958 sonunda bu sayı 1 milyona yükseldi. Mevcut tezgah sayısı 6.316’dan 18.257’ye çıktı. Tekstil sanayiinde üretim miktarı 250 milyondan 785 milyona ulaştı.
15- Çimento Sanayi: DP döneminde yapılan 16 yeni fabrika ve mevcut 4 fabrikanın kapasitelerinin genişletilmesi sonucu 1950’de 395 bin ton olan çimento üretimi 1960 yılında 2 milyon tona; 1962 yılında da 2 milyon 700 bin tona ulaştı.
16- Şeker Sanayi: 11 Şeker Fabrikası tamamlanarak hizmete alındı, 2 fabrika da 1961 yılında tamamlandı. 1950’de 137 bin ton olan şeker üretimi 1959 yılında 500 bin tona yükseldi.
17- DemirÇelik Sanayi: Kok, pik ve pik boru üretimleri on yıl içinde üçer kat arttı. Öte yandan çelik üretimi de % 208 oranında yükseldi.
18- Kağıt Sanayi: 1949 yılının 18 bin ton kağıt üretimi 1960’a gelindiğinde 63 bin tona ulaştı. 1949’da kişi başına kağıt üretimi 1 kg iken, bu sayı 1960’a gelindiğinde 6 kg oldu.
19- Karayolları: Karayolları üzerine 1323 köprü yapıldı. Bu köprülerin uzunluğu 52.647 metredir. 1950-1960 arası asfalt yollar 17 bin 465 km’den 40 bin 800 km’ye yükseldi. Ayrıca DP iktidarı döneminde hedeflenen 150 bin km’lik köy yolları şebekesinin 54.670 km’lik kısmı tamamlandı. -
30
20- Liman ve İskeleler: Mersin, İskenderun, Haydarpaşa, Salıpazarı, Samsun, Giresun ve Trabzon limanları yapılarak hizmete girdi.
21- Dış Politika: DP iktidarı, NATO, CENTO, Ortak Pazar (Avrupa Birliği) ve Kıbrıs konularında etkin ve Türkiye çıkarlarını gözeten adımlar attı. Komşularla özellikle SSCB ile sorunlarda taviz vermeye yanaşmayan politikalar izledi. Ancak 12 Nisan 1960 tarihinde Adnan Menderes, Temmuz ayında SSCB’yi ziyaret edeceğini açıkladı (Türk-Sovyet Ortak Bildirisi). SSCB ziyareti, Menderes’in ve DP iktidarının darbenin eşiğinde ABD politikasını dengeleme bahanesiyle Rusya’nın güdümüne girmekle suçlanmasına yol açacaktı.52 ABD’nin 27 Mayıs müdahalesine ses çıkartmayışının nedeni, büyük bir olasılıkla bununla ilgiliydi.53
22- ABD ile İlişkiler: Diğer taraftan DP iktidarının Türkiye’yi ABD’ye bağımlı hale getirdiği eleştirileri yapılmıştır. Bu, gerçekte DP’nin değil, II. Dünya Savaşı sonrası TC’nin genel politikası olmuş, Türkiye ile ABD arasında 1947 ile 1960 yılları arasında toplam 91 adet ikili antlaşma yapılmıştır. Bunlardan bir bölümü açık, bir bölümü de gizli antlaşmadır. Açık antlaşmaların 16’sını kanunla onaylanan, 12’sini harita antlaşması mahiyetinde olan, 26’sını yardım, 14’ünü NATO ittifakıyla ilgili ve 13’ünü de 1954 tarihli Askeri Kolaylıklar Antlaşması’ndan güç alan antlaşmalar oluşturmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerine bu antlaşmalardan elde ettiği haklara dayanarak, Türkiye’de hava üsleri, radar ve haberleşme tesisleri kurması için 32 milyon metrekarelik alan tahsis edilmiştir. ABD ile ilişkilerde CHP diğer hiçbir konuda göstermediği yardımı DP iktidarına göstermiş, birçok antlaşmayı destekleyerek lehte oy kullanmıştır.
23- Kültür-Sanat Politikaları: Cumhuriyetle birlikte her alanda yurtdışından getirilen uzmanlara İkinci Dünya Savaşı yıllarında Avrupa’dan kaçan bilim adamlarıyla sanatçılar eklenmiş ve DP iktidara geldiğinde sanat altyapısı güçlü bir Türkiye devralmıştı. Ancak DP’nin kültür-sanat politikalarına önem verdiği, hatta böyle bir politikasının olduğu söylenemez. Gerçi, kültür ve sanatta ilerleme tamamen eğitim seviyesi ile ilgilidir.54 Demokrat Parti döneminde kültür ve sanatın ihmal edilmesi sonucu önceki yıllarda olduğu gibi empozeyle değil, kendi başarılarıyla sivrilenler görülmüştür.
24- Müzik: İlk mezunlarını 1941’de veren Devlet Konservatuarı’na, DP döneminde yenileri eklenememiş, burası da 1940’lı yıllardaki altın devrini 1950’lerde yaşayamamıştır. Macaristan’dan 1930’lu yıllarda getirilen ünlü besteci Bela Bartok’un çabalarıyla 1937 yılından itibaren musiki folklorunu
52 YÜCEL; age; s.178
53 TUNÇAY; agm; s.187
54 Rönesans’ın Floransa’dan yayılması da bu iddiayı doğrulamaktadır. Müzisyenlerin, ressamların, heykeltraşların ve diğer sanatçıların eserleri o tarihlerde Avrupa’nın okuma yazma oranı en yüksek kenti olan Floransa’da ilgi görmüş ve bu kent Rönesans’ın doğduğu kent olarak tarihe geçmiştir.
31
içeren geniş araştırmalar yapılmaktaydı. Başta Muzaffer Sarısözen olmak üzere Halil Bedii Yönetken ve Mahmut Ragıp Gazimihal tarafından yürütülen bu derleme çalışmaları sonunda 1952 yılında bir arşiv meydana getirildi. Ancak 1952’den sonra Muzaffer Sarısözen’in kişisel çabalarıyla derlediği türkülerden başka musiki folkloruna ilişkin ciddi bir çalışma yapılmamıştır.55
Köyden kente göçün bir ürünü olan ve 1970’li yıllarda doğan “arabesk” müzik için sosyal alt yapı 1950’lerden itibaren oluşmaya başladı. Öte yandan Klasik Türk Müziği yine zirvedeydi. Ankara’da Dörtyol Aile Çay Bahçesi ile Samanpazarı’ndaki Esenpark; İstanbul’da da Tepebaşı ile Bomonti, halkın rağbet ettiği her akşam fasıllarıyla meşhur mekanlardı. İstanbul’da Selahattin Pınar, Yorgo ve Aleko Bacanos, Şerif İçli ve Şükrü Tunar gibi devrin en meşhur bestekarları program yaparken, Ankara’da kemani Selahattin İnal ve kanuni Nuri Şenneyli gibi, bestecilikleriyle birlikte yorumculuklarıyla da ünlenmiş sanatçıların programları hınca hınç doluyordu. Klasik Türk Müziği’nin en büyük bestecisi olarak kabul edilen Sadettin Kaynak, ömrünün son on yılına rastlayan 1950-60 döneminde hız keserken, Münir Nurettin Selçuk zirvedeydi. 20. yüzyılın en büyük yorumcusu olarak kabul edilen Zeki Müren’in tanınması da 1950-60 dönemine rastlar.
Devletin zorlamasıyla ayakta duran opera, senfoni orkestrası ve bale gibi sanatlara 1950-60 döneminde -toplumsal belirleyicilik açısından- yine ilgi yoktu. 56
25- Resim: 1950-1960 arası, yeni eğilimleri gerçekleştiren resim sanatçılarının dönemidir. Nuri İyem, Neşet Günal gibi toplumun eğiliminde görülen sanatçıların yanı sıra Orhan Peker, Nedim Günsür, Adnan Çoker kişisel üsluplarını başarıyla ortaya koyan sanatçılardır. Bu sanatçılara Eren Eyüpoğlu, Aliye Berger gibi resim ilgilerini özgün biçimlerde geliştiren ressamları da kuşak farkına rağmen katmak gereklidir.57
26- Sinema ve Tiyatro: 1950-1960 yılları arasında Türk sineması, sinemayı doğrudan doğruya meslek olarak benimseyen nesil sayesinde ayrı bir sanat olarak gelişme imkanı bulmuştur. Türk sinemasında sinemacılar dönemi olarak adlandırılan bu dönemin öncüsü Ömer Lütfi Akad olmuştur. 1952 yılında çevrilen Kanun Namına isimli polisiye film ile sinema dili başarılı olarak kullanılmıştır. Ayrıca çekilen filmlerde Anadolu yaşamı başarıyla canlandırılmış, folklor malzemesi büyük bir gerçekçilikle filmlerde kullanılmıştır. Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de, filmlerin tiyatro unsurlarından kurtularak, sinema sanatına has nitelikler kazanmış olmasıdır. İlk renkli Türk filmi olan
55 YÜCEL, Mehmet; Okullarımızda Müzik Eğitimi ve Düşündürdükleri; Tercüman Gazetesi; 25 Mart 1984 Pazar; s.2
56 Kültür ve sanatı zorla benimsetmek, sevdirmek mümkün değildir. Yaşanmış mıdır bilinmez, Bayburt’ta kaymakamın zorlamasıyla Operaya gidenler çıkışta konuşurlar “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi”:)
57 TANSUĞ, Sezer; Resim Sanatının Tarihi; Remzi Kitabevi; s 163
32
Halıcı Kız’ın çekimleri, Muhsin Ertuğrul tarafından bu dönemde gerçekleştirilmiştir.58
1950-1960 yıllarında tiyatroda da önemli atılımlar görülür. Özellikle Devlet Tiyatroları, 1954-1958 arası Muhsin Ertuğrul yönetimi ile daha sonra da Cüneyt Gökçer ile başarıdan başarıya koşmuştur: 1941-1950 arası oynanan piyes toplamı 32 de kalırken 1950-1960 döneminde bu sayı 147’ye çıkmıştır.59 Tiyatro yazarlığı da 1950-1960 döneminde gelişmiş, “Eleştirel Dönem” olarak tanımlanan bu dönemde Orhan Asena, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Çetin Altan ve Refik Erduran ün yapmışlardır.
27- Mimarlık60: 1950-1960 arası mimarlıkta en genel özellik ünlü mimarların ürünlerini kopya etme çabaları olarak değerlendirilebilir. Kitap ve dergi gibi yayınların kolaylıkla temin ve sıkça gidilebilen seyahatler sayesinde mimari ufku genişletmiştir. Mimari eylemler arasında büyük çapta endüstri yapıları üretilmesi, şehircilik çalışmaları, kampus planlamaları yer almıştır. Büyük kentlerin merkezlerine yakın, halkın mimarisi olarak tanımlanabilecek “gecekondu” yerleşmeleri ilk kez bu dönemde görülmektedir.61 1950-60 dönemine damgasını vuran başlıca eserler, Ankara’da Ulus İşhanı ve Çarşısı, Maltepe Camii, ilk gökdelen denemesi olan Emek İşhanı, DSİ Genel Müdürlüğü; İstanbul’da Hilton, Sheraton ve Çınar Otelleri, Belediye Sarayı, Manifaturacılar Çarşısı olarak sayılabilir.
28- Edebiyat: 1950- 1960 Dönemi Türk Edebiyatı “köyün keşfi ve edebiyatçıların köye yürüyüşü” olarak özetlenebilir. Bir diğer deyişle Demokrat Parti döneminde köy kente yürürken, Edebiyat da köye doğru yürümüştür. Köy Enstitülü yazarlarla köyü yakından tanıyan yazarlar birbiri ardı sıra ürün vermeleri bu döneme rastlamaktadır. “Üç Kemal” olarak adlandırılan Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Kemal Tahir’in 1954 yılından itibaren yayınlanan köyü konu alan romanları köy edebiyatının ilk örnekleridir.62 Bu akımın diğer yazarları arasında Reşat Deniz, Sami Kocagöz, Necati Cumalı ve Fakir Baykurt sayılabilir. Buna karşın bireyi öne alan ve varoluşçulukla bilinç akımı tekniğinden etkilenen Onat Kutlar, Erdal Öz, Bilge Karasu bu dönemde özgün eserler vermişlerdir.63 Şiirde de 1940’lı yılların “Garip hareketi”ne taban taban zıt “İkinci Yeni Akımı” bu yıllarda doğmuştur. Söyleyişteki rahatlık yerini şiir dilini zorlamaya; anlaşılırlık yerini anlamca kapalılığa; somut yerini soyutlaşmaya bırakmıştır. Cemal Süreya ve Edip Cansever Marksist
58 Meydan-Larousse; Türkiye Maddesi, Sinema alt başlığı; c. 19, s. 513
59 KATOĞLU, Murat; Cumhuriyet Türkiyesinde Eğitim, Kültür, Sanat; Türkiye Tarihi-4; Cem Yayınevi; İstanbul-1989; s 446
60 Katkılarından dolayı Mimar Nedim DİKİCİ’ye teşekkürler
61 Menderes’in, İstanbul’da Vatan ve Millet Caddelerini açmak için kentin dokusunu bozduğu öne sürülmüştür. Bu eleştiride haklılık payı vardır. Plansızlık bir çok kentin bu arada İstanbul’un tarihi ve kültürel dokusunu bozmuş, alınan kararlarda fiili durumlar etkili olmuştur.
62 ÖZKIRIMLI, Atilla; Edebiyat İncelemeleri Yazılar-1; Cem Yayınevi; İstanbul-1983; s.142
63 ÖZKIRIMLI; age; s.149
33
görüşle gerçeküstücülüğü sentezlemeye çalışmış, Sezai Karakoç da yine gerçeküstücü üslupla Türk-İslam mistizmini ifade eden orijinal şiirler yazmıştır. İlhan Berk, Ece Ayhan, Atilla İlhan ve Ülkü Tamer İkinci Yeni Akımın diğer başlıca şairleridir. 64
1950-60 döneminin önemli şiir hareketlerinden biri de Ankara’da 1950 yılında çıkmaya başlayan Hisar Dergisi olmuştur. Munis Faik Ozansoy, İlhan Geçer, Mehmet Çınarlı, Gültekin Samanoğlu gibi şairler bu dergide yazdıkları şiirlerle isimlerinden söz ettirmişlerdi.
29- Düşünce ve Felsefe: Nurettin Topçu, Hilmi Ziya Ülken, Cahit Okurer, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Osman Turan, Mehmet Kaplan ve 1954 yılında şüpheli bir uçak kazasında vefat eden Remzi Oğuz Arık (aynı zamanda Türkiye Köylü Partisi Genel Başkanlığı da yapmıştı) 1950-60 döneminin düşünce dünyasında ilk akla gelen isimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Nurettin Topçu’nun 1952 yılında kaleme aldığı “Din ile Kinin Mücadelesi” makalesi ve Hareket Dergisi’nde yazdıkları fikir dünyasının ne kadar ileri bir noktada olduğunun başlıca göstergesidir.
Hareket, Türk Yurdu, Bizim Türkiye, Büyük Doğu ve İstanbul dergilerinin yanı sıra her ne kadar bir şiir dergisi görünümünde olsa da Hisar Dergisi de fikir hayatına önemli katkılar sağlayan dergiler arasında sayılabilir. Tarık Buğra ve M. Fahri Oğuz’un hikayeleri ile Cemil Meriç’in şairane denemelerinin bir kısmı Hisar’da çıkmıştır.65 Yeni İslamcılık olarak adlandırılabilecek görüşün Necip Fazıl Kısakürek’ten Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören çizgisine doğru gelişimi de bu yıllardan itibaren başlamıştır.66
30- Müzeler: Cumhuriyetten önce sayıları 7 olan müzelere 1923-40 arası 22, 1941-50 arası 7 müze daha eklenmiş ve 1950’ye gelindiğinde toplam müze 36’yı bulmuştur. 1950-60 arası faaliyete geçen yeni müze sayısı 13’tür. Bunlardan en önemlileri TBMM ve Anıtkabir Müzeleridir.67
31- Spor: 1950-60 Dönemi sporda bir kaç başarının kazanıldığı, Güreş ve Futbol (birazda boks) dışında spor dallarına ilginin olmadığı yıllar olmuştur. Güreşçilerin 1948 Olimpiyatlarındaki başarılarından sonra 1952 Olimpiyatlarında da benzer başarı beklenirken 1952 Helsinki Olimpiyatlarına çok az bir zaman kala Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Celal Atik ve Yaşar Doğu’nun profesyonel ilan edilip olimpiyatlara gidememesi uzun süre eleştiri konusu oldu. Helsinki’de Serbest Güreşte 52 kiloda Hasan Gemici ile 62 kiloda Bayram Şit altın madalya aldılar. 1956 Melbourne Olimpiyatlarında da
64 Yardımlarından dolayı Aysun Önen’e ve Abdullah Mutlu’ya teşekkürler
65 KABAKLI, Ahmet; Türk Edebiyatı (4. Cilt); Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları; İstanbul-1991; s.270
66 Türk Yurdu Dergisi ile Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu dergisine Demokrat Parti iktidarının özellikle son yıllarında Örtülü Ödenekten para aktararak destek olduğu bilinmektedir.
67 KATOĞLU; agm; s.465
34
madalyalar güreşten geldi. Serbestte 57 kilo güreşçisi Mustafa Dağıstanlı ile ağır siklet Hamit Kaplan, Greko-Romen’de 73 kilo güreşçisi Mithat Bayrak altın madalya kazandılar. 27 Mayıs’tan 3 ay sonra yapılan 1960 Roma Olimpiyatlarında Türk Güreşçiler 7 altın 2 gümüş madalya kazandılar.
Futbolda 1952 yılında profesyonellik kabul edildi. İstanbul Profesyonel ligi kuruldu. 1954’de ilk Dünya Kupası’na katılan Türk Milli Takımı bir varlık gösteremedi. Ancak 1956 yılında Avrupa’da fırtına gibi esen Macaristan’ı 3-1 yenerek adından söz ettirdi. Galatasaraylı Kadri Aytaç’ın 57.500 TL karşılığında Karagümrük Kulübüne geçmesi 1958 yılının sporda en çok konuşulan konusuydu.68 1958 yılında ulusal lig oluşturuldu. 1958-1959 sezonunda Birinci Futbol Ligi’nin ilk şampiyonluğunu Fenerbahçe kazandı.
68 Ortalama transfer ücretleri 5-10 bin lira civarındaydı.
35
C- Bayar - Menderes
DP’nin ilk Genel Başkanı Celal Bayar DP’nin gerçek lideridir. Bayar, kendi ifadesiyle, “bir yola çıktığında arkasına bakmaz, kaç kişi benimle geliyor diye düşünmez”di. Doğru bildiği yolda yalnız da olsa yürürdü. Demokrat Parti’nin gerek muhalefet döneminde, gerekse iktidar döneminde itici gücü Bayar olmuştur. Bayar, birçok defa milletin değerleri ile ters düşmesine rağmen, politik manevraları ve liderlik vasıflarıyla halkın güvenini yeniden kazanmasını bilmiştir. En büyük başarısı “Menderes’in keşfi”dir. 1950 yılında başbakan olması beklenen Fuad Köprülü’nün de, Refik Koraltan’ın da milletle dokularının uyuşmayacağını sezmiş ve Menderes’i başbakanlığa getirerek, kendisine de 10 yıl süreyle Çankaya Köşkü’nün kapılarını açmıştır. Her ne kadar Demokrat Parti ile Menderes isimleri özdeşleşmiş olsa da DP’nin gerçek patronluğunu Celal Bayar yapmıştır. Bayar, 1950-1960 yılları arasında siyasetin iplerini Çankaya’da elinde tutmuş, perdeye Menderes’i çıkararak, DP’nin 3 seçim üst üste kazanmasına zemin hazırlamıştır. Bayar, 20. yüzyıl Türkiyesi’nin en önemli komitacısıdır. Aynı zamanda en iyi particisidir: Celal Bayar; Jön Türkler, İttihat ve Terakki, Teceddüt Fırkası, Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Mustafa Kemal’in isteğiyle Yeşil Ordu, yine Mustafa Kemal’in isteğiyle Komünist Fırkası, Halk Fırkası ve Demokrat Parti’de önemli görevler almış, hepsinde siyaset becerisi ve komitacılık ruhu öne çıkmıştır.69
Adnan Menderes’in ise hakkında çok farklı değerlendirmeler bulunmaktadır. Bununla birlikte Menderes’in, güler yüzlü, sempatik tavırlı, orta boylu, yuvarlak çehreli, zeki, zengin bir toprak ağası olduğu bütün bu değerlendirmelerde karşımıza çıkmaktadır. Mütevazı oluşu ve aşırı nazik tavırları da Menderes hakkında ortak görüştür denilebilir.
69 YÜCEL; age; s. 243
36
Ancak Menderes hakkında birbiriyle bağdaşmayan tahliller de yapılmıştır: Genellikle Menderes’ten pek hoşlanmayanlar, “kendi sonunu kendi hazırladı” cümlesini kullanabilmek için sayfalar dolusu izahatlar yapmış, kimi zaman çift kişilikli, kimi zaman çocuk ruhlu, kimi zaman da psikopat Menderes’ten söz etmişlerdir. Bu görüşte olanlardan başta Cihad Baban ve Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’ten çok Celal Bayar’a husumet beslemektedirler ve Menderes’i Bayar’ın kuklası olmakla suçlamaktadırlar.
Adnan Menderes’i bu tür değerlendirenlerin yanında, onu abartan, hatta bir mehdi gibi görenlerin sayısı da az değildir. Ona karşı beslenen sevgi ve sempatiyi, idamdan sonra aşırı hayranlığa hatta tabulaştırmaya kadar götürenler olmuştur.
Adnan Menderes politikaya girmeden önce toprak ağası idi. “Bey” özelliklerini hayatının her aşamasında koruyan Menderes; çekici, söylev verme gücü yüksek ve rahat, seçmenlerin hoşuna gitme konusunda endişeleri olmayan bir kişiliğe sahipti. Halk düzeyine inmeyi biliyordu. Kibirli, aşırı duygulu bir kişiliği vardı.70
Menderes düzensizdi. Giydiği kıyafet, yaptığı konuşmalar düzgündü ama hayata bakışı dağınıktı. Randevularından gizli aşkına kadar attığı bütün adımlarda bir düzensizlik ve vurdumduymazlık göze çarpıyordu.
1931 yılında milletvekili olduktan sonra DP’nin kurulduğu 1946 yılına kadar geçen 15 yıllık sürede Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, İngilizcesini geliştirmiş ve CHP’nin seçkinci-laikçi söylemleriyle yoğrulmuştur. Gerek muhalefet döneminde, gerekse başbakanlığı döneminde yer yer halka tepeden bakması ve onları fazla kaale almaması 1931-1946 döneminin kendisine kazandırdığı özelliklerdendi. Ancak davranışlarının genelinde göze çarpan içtenlik genlerinden geliyordu.
Konuşmalarının bir kısmı derin bir tarih ve dil bilgisi gerektiriyordu: “Ebucehil gibi kazdıkları kuyuya düştüler”, “sinizmin bu derecesi dünyada görülmemiştir” gibi. Öte yandan bazı konuşmaları son derece iptidai kalmıştır: “Odunu koysam seçilir” gibi. Bütün bunlara rağmen Adnan Menderes, cumhuriyet tarihinin halk tarafından en çok sevilen başbakanı olmuştur.71
70 HOTHAM, David; Türkler; s.59-60 (asıl kaynak); alıntı yaparak kullanan: YÜCEL; age; s.244.
71 YÜCEL; age; s. 244
37
D- Sonuç :
DP’nin sınıfsal niteliği ve kimin çıkarlarına hizmet ettiği konusu, değerlendirme yapanın bakış açısına göre değişen, tartışmalı bir konudur. DP’nin tek parti otokrasisine karşı yükselen bir halk hareketi olduğu ileri sürüldüğü gibi, memleketi kapitalist ve emperyalist bloka teslim eden bir egemen sınıflar koalisyonu olduğu da iddia edilmiştir.72
Siyasetin ne kadarı siyasetçi tarafından yapılır? Acaba siyaset oyununun senaryosunu yazanlarla sahnede oynayanlar aynı mı? Ya da sahnede görülenlerle sahne arkasının hatta sahne arkası arkasının bağlantıları nelerdir? Sahnedekilerin ne kadarı “hem yazdım, hem oynadım” sözünü inanarak söyler?
Siyasette söz sahibi olan, siyaseti belirleyen, siyasetçiyi etkileyen kesimleri Türkiye’de 1960’lara kadar üç ana gruba ayırabiliriz. Bunlardan birincisi sivil ve askeri bürokrasidir. İkinci grup sermaye; üçüncü grup ise millettir.73
Bu sınıflandırmanın ikinci ve üçüncü ayağı 1923-1950 arası yoktur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devlet eliyle özel sektörün kurulması için çalışılmış, bunda belli ölçülerde de başarılı olunmuştur. Ancak Kurtuluş Savaşı sonrasının fakir Türkiyesi, 1929 dünya ekonomik buhranından etkilenmiş, daha sonra da II. Dünya Savaşı yıllarını yaşamıştı. Bu nedenle sivil ve askeri bürokrasi 1950’ye kadar siyasette belirleyici tek güç olmuştur. Demokrat Parti iktidarı ise, siyasetin çevreden merkeze okunmasıdır. O güne kadar
72 TUNÇAY; agm; s. 178
73 Bu tasnif 1960’a kadar geçerlidir. 21. yüzyılın başında siyaseti etkileyen güçler sınıflandırılması yapılacak olursa sivil bürokrasi ile askeri bürokrasiyi birbirinden tamamen ayırmak gerekirken, bunlara medya, taşra burjuvazisi ve yargı bürokrasisini de eklemek gerekir: Medya ve sermaye ittifağı sivil bürokrasiyi kullanarak siyasette belirleyici role sahiptir.
38
siyasette figüran bile olmasına izin verilmeyen milletin aktör olma mücadelesidir.
Şüphesiz ki, Demokrat Parti Cumhuriyet Türkiyesi’ne tepki olarak ortaya çıkmış bir parti değildir. DP daha çok siyasal ve ekonomik liberalizm taraftarlarınca kurulmuştur. Partiyi destekleyenler ilk başta eşraf, tüccar ve toprak ağaları gibi “Anadolu Yerlileri”dir. Bunları, yukarıdaki sınıflandırmaya göre sermaye olarak adlandırmak sağlıklı değildir. Bu kesimler, üçüncü ayak yani millettir. 1950 yılında DP’yi iktidara getiren güç olan milletin içinden küçük bir kesim DP politikaları sayesinde sermayeyi oluşturmaya başlamış, 1954 seçimlerinden itibaren de sermaye ciddi bir güç olarak doğmuş ve 1960’a kadar siyaseti etkileyen unsurlar arasında en önemli yeri almıştır.74
DP iktidarı döneminde siyaset, seçkinler uğraşı olmaktan çıkarak, geniş halk kitlelerine ulaştı. Böylelikle ülkemizdeki siyasi kültüre olumlu etkide bulunulurken, bürokratik-baskıcı devlet geleneğinin yumuşaması ve milli bir ticaret-sanayi burjuvazisinin doğması sağlandı. Tarım reformu, barajlar ve hidroelektrik santraller, eğitim ve ulaşım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının sonucu olarak siyasi yapının katı kalıpları yıkıldı ve Türkiye tarihinin en önemli değişimini yaşadı. Köylü, ‘çiftçi’ oldu; amele ‘işçi’. Teba ise ‘vatandaş’.75 Nitekim “Türk burjuvazisinin ekonomik kökenli ve sınıf bilincine sahip olmayan bir nitelikten çıkıp siyasal taleplerde bulunacak hale gelmesinde en önemli nokta 1950 hareketidir. O yıl iktidara gelen DP, yalnız burjuvazinin hem daha yaygın bir sınıfa dönüşmesine yol açmış hem de toplumsal dönüşümün, asker, mülki bürokrasi ve aydınlara dayalı seçkinci merkezden taşraya, yani çevreye kaymasına önayak olmuştur.”76
Demokrat Parti köyün kente yürüyüşüdür.
74 Bu değerlendirmeye göre 1960 darbesi, sivil ve askeri bürokrasinin kenara itilmeye karşı verdiği tepkidir.
75 YÜCEL, age, s.242
76 KAHRAMAN, M.Bülent, Radikal Gazetesi, 09.01.2002 (Devletçi burjuvazi devlete karşı)
39
Dipnotlarda Geçen Kaynaklar :
AHMAD, Feroz; Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1947); Bilgi
Yayınları; Ankara-1976.
AKŞİN, Sina (Yayın yönetmeni) Türkiye Tarihi-4 (Çağdaş Türkiye 1908-1980); Cem Yayınevi;
İstanbul 1989. (Mete TUNÇAY ve Murat KATOĞLU’nun makaleleri)
ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960); Hacettepe
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü; Yayımlanmamış Doktora Tezi; Ankara-1992.
BURÇAK, Prof. Rıfkı Salim; Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945-1950; Olgaç Matbaası;
Ankara-1979.
BURÇAK, Prof. Rıfkı Salim; On Yılın Anıları (1950-1960); Nurol Matbaacılık; Ankara-1998.
DEMİRER, Mehmet Arif; Demokrat Parti; DP Yayınları No: 1; İstanbul-1994.
FELEK, Burhan; Milliyet Gazetesi, 15 Ocak 1975
FERSOY,Orhan Cemal; Bir Devre Adını Veren Başbakan: Adnan Menderes; Maytaş Yayınları;
İstanbul- 1971.
GÜNVER, Semih; Fatin Rüştü Zorlu’nun Öyküsü; Bilgi Yayınevi; Ankara-1985.
KAHRAMAN, M.Bülent, Radikal Gazetesi, 09.01.2002 (Devletçi burjuvazi devlete karşı).
KARPAT, Prof.Dr.Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul-1967.
MİNKARİ, Ali Esen; 1950-1960 Yılları Arasında İktisadi Kalkınma ve Gelişme; Demokratlar
Kulübü Yayınları: 6; Ankara –1992.
NADİ, Nadir; Cumhuriyet Gazetesi; 11 Mart 1951.
ÖZKIRIMLI, Atilla; Edebiyat İncelemeleri Yazılar-1; Cem Yayınevi; İstanbul-1983
SİNANOĞLU, Oktay; Bir Nev-York Rüyası “Bye-bye” Türkçe; Otopsi Yayınevi, II. Baskı;
İstanbul-2001
TANSUĞ, Sezer; Resim Sanatının Tarihi; Remzi Kitabevi.
YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti Kongreleri, Emek Matbaası; Ankara-1997.
YÜCEL, M. Serhan; Demokrat Parti; Ülke Kitapları-10; İstanbul –2001.
YÜCEL, M. Serhan-MUTLU, Abdullah; Siyasi Partiler ve Seçim (baskıda)
YÜCEL, Mehmet; Okullarımızda Müzik Eğitimi ve Düşündürdükleri; Tercüman Gazetesi; 25
Mart 1984 Pazar; s.2
1900 Yılından 1990’a 20. Yüzyıl Ansiklopedisi (Tercüman Gazetesi)
Cumhuriyetin 75 Yılı (Yapı Kredi Bankası)
Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye Ekonomisi (Dünya Gazetesi)
Meydan-Larousse
40